21 Şubat 2009 Cumartesi

Başbakan Erdoğan yanlış yolda

Sözü uzatmanın gereği yok. Başbakan Erdoğan yanlış yolda demek yeterli.
Bu yargıya varmak için vergi uzmanı olmak da şart değil. Her şey olanca çıplaklığıyla gözler önünde sayılır.
Bir başka deyişle:
Doğan Medya Grubu’na yapılan muamele ‘vergi’sel değil, ürkütücü çizgileri de olan siyasal bir düşmanlıktır.
Anlaşılan o ki:
Başbakan Erdoğan, belki de ‘biat kültürü’nden geldiği için yalnız kendine tabi bir medya istiyor, basın istiyor.
Kısacası:
Ya bana tabi olursunuz, ya da yok olursunuz demek istiyor.
Demokrasi bu değildir.
Bunun için yanlış yolda Erdoğan.
Demokrasi kültürü yok bu tutumda.
Şurası çok açık:
Tayyip Erdoğan, Doğan Grubu’nun gazetelerinden, yazarlarından, kanallarından hiç memnun değil.
Doğan Medya Grubu’nun kendi siyasal varlığına kastettiğine inanıyor. “Ben de sizi yok ederim” diye hırslanıyor.
Meselenin özeti bu.
Yanlış olan da bu.
Kendini böylece çıkmaza sokuyor.
Demokrasilerde esas, farklı seslere tahammüldür. Demokrasi ancak aykırı seslerle gerçeklik kazanır. Sesler kesilmez, kısılmaz gerçek demokrasilerde...
Sayın Başbakan;
Ne çabuk unuttunuz, bir şiir yüzünden hapse atıldığınız o yılları?..
Hiç hayal kurmadım.
Basınla, gazetecilerle siyasi liderlerin arası bir sınırın ötesinde mesafelidir.
Öyle olmak gerekir.
Gazetecilik mesleğinin gerçek ölçüleri, ilkeleri öyledir ki, bir nokta gelir, başbakanlarla ilişkilerde mesafeyi kendiliğinden koyar. İlişkilerin yapısından kaynaklanır bu durum.
İstisnaları seyrektir.
Lider eleştiriden hoşlanmaz.
Olumsuz haberden hazzetmez.
O zaman da bir an gelir, ilişkiler gerilmeye, diyalog kanalları tıkanmaya başlar.
Biliyorum, Tayyip Erdoğan’la Doğan Grubu’nun ilişkileriyle ilgili olarak tarafların bugüne kadar söyledikleri, hâlâ söyleyecekleri çok şey vardır.
On yıldır Doğan Grubu’ndayım.
Milliyet’te yazıyorum.
Özellikle son yıllarda kendi gazetem dahil grubun genel çizgisiyle, özellikle Hürriyet’le sık sık ters düştüm. Meslektaşlarımın büyük çoğunluğuyla mukayese edildiğinde, siyah beyaz sayılabilecek farklı tavırlar sergiledim.
AKP’nin kapatılma davası, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı seçimi, 27 Nisan Muhtırası, 367 vakası, üniversitelerde türban yasağının kaldırılması ve bunun Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesi ya da AKP ve gizli gündem veya Davos, Ergenekon gibi bazı konularda benim yazılarım büyük çoğunluktan çok farklıydı.
Ama yazmaya devam ettim.
Kimse de karışmadı.
Kapalı kapılar arkasında, bazen Aydın Doğan katında tartışmalar da yaşadık. Birbirimizi eleştirdik, özellikle 2007 yılı boyunca...
Ama ben aynı zamanda Başbakan Erdoğan’ı da eleştirdim. Örneğin 2008’de sınıfta kaldığını, çünkü karnesindeki kırıkların daha çok olduğunu söyledim.
Ekonomik krizi kötü yönettiğini belirttim. Deniz Feneri davasındaki tutumunu çok sert eleştirdim.
Medyaya boykot çağrılarının basın özgürlüğüyle bağdaşmadığını, ‘köpek’li, ‘monşer’li üslubunun bir başbakana yakışır düzeyden yoksun olmaya başladığını söyledim.
Avrupa Birliği yolunda ipe un sermesini, özgürlükler konusundaki eski duyarlığını kaybetmeye başlamasını, aşırı milliyetçi havalar estirmesini eleştirdim.
O da beni ‘ceza’ya koydu.
Yani pencereyi kapattı. Bir siyasal liderle gazeteci arasında olabilecek ‘diyalog’u kesti.
Olabilir.
Gazetecilik hayatımda bunu o kadar çok yaşadım ki, geçiyorum. Siyasetçiler, liderler böyledir. Demin söylediğim gibi eleştiri onların canını sıkar.
Öyle anlaşılıyor ki, Doğan Medya Grubu da Başbakan Erdoğan’ın canını sıkıyor.
Bu da olabilir.
Ben bu grubun, örneğin 2003, 2004, 2005 yıllarında Erdoğan hükümetini Avrupa Birliği yolunda ve ekonomideki yapısal değişim yolunda nasıl desteklediğini de bilirim.
Aydın Doğan‘ın o dönemde bazı yüksek komutanların yeni bir 28 Şubat için baskılarına kapalı kapılar arkasında nasıl karşı çıktığını da bilirim.
Ve yineliyorum:
Adı demokrasi olan rejimlerde esas olan ‘tahammül’dür.
Tersi, tehlike işaretidir.
Başbakan Erdoğan’ın Doğan Medya Grubu’na tahammülsüzlüğü, demokrasi ve basın özgürlüğü açısından tam bir talihsizliktir.
Yazık!

Hasan Cemal- Milliyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder