17 Mart 2009 Salı

İşsizlere hesap verin!

TÜİK Aralık ayına ait işsizlik verilerini açıkladı. Aralık itibari ile işsizlik oranı yüzde 13,6'ya yükselmiştir. Durum vahim…

Bu vahim durumun hesabını kim verecek? İşsizlik ekonominin tümü demektir. Para politikası, maliye politikası olsun hepsi son amaç olarak işsizliği önlemeye yöneliktir. Borsa, döviz olsun hepsi işsizliğin çözümü için kurulan bir düzendir. IMF anlaşması dahi temelde işsizliği çözmek için istenmektedir. Sanayiciler de işsizliği azaltsınlar diye destekleniyor.

Son paket (rivayete göre 4. paket) stok tüketimini azaltmaya yönelik olsa da nihai amacı işsizliği azaltmaktır. Şirketler stokları satılınca yine üretime geçecekler veya üretimlerini sürdürerek işsizliği azaltacaklardır.

Bu kadar önemli olan işsizlik oranlarımız neden çok yüksek? Neden çözemiyoruz bu illet sorunu?

Bugün Türkiye'nin işsizlik sorununa hesap verilmesi gerekiyorsa; kimlerin hangi sırada hesap vermeleri gerekiyor? Bugün hesap verme noktasında olanların hesabını azaltmak gibi bir durum değil benim söyleyeceklerim. Sadece geçmişte mikropları bu ülkeye bulaştıranları da hesap içine almak gerektiğini açıklayacağım.

İşsizlik sorununda önemli bir problem ekonomik krizdir. Yüzde 9'larda seyreden işsizlik oranlarımız mevsimsel etkilerle beraber yüzde 14'lere doğru yol alıyor. Bu krizin iki yönlü etkisi vardır. İçsel etkiler ve dışsal etkiler. Dışsal etkilere içsel bir müdahale yapılamayacağına göre işsizliğin dış etkisinin hesabı da içerde verilemez.

İşsizlik oranının 5 puana varan artışında en azından yarısı dışsal etkinin dışında içsel faktörlere bağlanabilir. O zaman yüzde 2,5'luk bir işsizlik oranının hesabını iç yönetime, yani hükümete sorabiliriz. Yaklaşık 24 milyon işgücü katılımda bu orana göre 600 bin kişi hesap sorabilir.

Ama işsizlikte bizim ekonomik krizden çok daha kötü yapısal sorunumuz bulunmaktadır. Ekonomik kriz çözülse bile işsiz kalmaya mahkûm bir ordu yetiştirmeye devam ediyoruz. Ekonominin en canlı olduğu dönemlerde bile bizim işsizlik oranımız aslında artıyordu ve artacaktı. Sadece inşaat sektörü ile bu vasıfsız işgücünü bir miktar gizleyebiliyorduk, o kadar. En canlı dönemde bile işsizlik oranımız yüzde 9'ların altına düşemedi.

Aslında bir de her dönem işsiz oranı vardır. İş değiştirenlerden veya çok istekli olmayan işsizleri bu taban işsizliğe katabiliriz. Bu oran ise yüzde 3-4 seviyelerindedir.

O zaman hesap basit: Ekonomik canlılık ile çözülemeyen işsizlik oranımız yüzde 9 ise ve taban işsizliği yüzde 4 kabul edersek aradaki yüzde 5 işsizliğin hesabını kim verecek? İşte bu yüzde 5'lik işsizlik hesabını geçmişten sormak gerekiyor.

Bugünkü işsizlikte iki büyük karara dikkat çekmek gerekiyor. Birincisi erken emeklilik kararı: Erken emekliliğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni nasıl çökerttiğini 500 milyar doları aşan devlet katkıları ile görebiliyoruz. Kayıt dışı işsizliğe olan katkısından tutun da işçilik maliyetlerini artırmasına kadar birçok faktör "erken emeklilik" uygulamasından beslenmiştir. Hatta devlet bütçesinin açık vererek büyük altyapı yatırımlarının yapılamaması ve işsizliğin artması da erken emeklilik maliyetlerinden gelmektedir.

İkinci hesap ise çok daha zordur. O hesap Türk halkını vasıfsız bırakan 28 Şubatçıların kararıdır. İmam Hatip Liselerinin önünü kapatacağız diye Türk halkı düz liselerde vasıfsız bir eğitim sistemine mahkûm edilmiştir.

Hem erken emeklilik hem de 28 Şubat sürecinde ise karşımıza bir isim çıkıyor: Süleyman Demirel.

Hükümet 600 bin kişinin hesabını verecekse 1 milyon 200 bin işsizin hesabını ve gelecekte vasıfsızlıktan dolayı belki de ömür boyu işsiz kalacakların hesabını da sormak gerekmiyor mu?

Hastalık değil önemli olan mikrobun bulaştırılmasıdır.

İbrahim Kahveci

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder