18 Mart 2009 Çarşamba

Liberallik ve demokratlık

Liberallik ile demokratlığın niye temelden farklı olduğunu anlamak için bilgi kuramına müracaat etmek gerekiyor. Ancak bu farklılık sadece kuramsal boyutla sınırlı değil. Diğer bir deyişle karşımızda bazı entelektüellerin anlamlı bulduğu bir tartışmadan ziyade, doğrudan siyasa oluşturmada etkili olan bir ayrışma var.

Bunu somut olarak görebilmek üzere Sezin Öney’in bu gazetede dikkatimize sunmuş olduğu bir olaydan hareket edelim... Kasım 2007’de İtalya’da yüksek rütbeli bir askerin karısının tecavüz edilip öldürülmesi üzerine Çingeneler aleyhine bir kampanya başlamış. Oysa cinayet Çingenelikle ilişkisi olmayan bir Romanyalının işiymiş... Ancak gene de medyada Romanya’dan göçen Çingeneleri hedef alan bir dizi sansasyonel yayın başlamış. Bazı politikacıların da durumu suistimal etmeleri tüm Çingeneleri hedef alan bir nefret ortamı üretmiş ve sol siyasetin “yıldız ismi Veltroni” bile İtalya’da işlenmekte olan suçların yüzde 75’inin Romanyalılar tarafından gerçekleştirildiğini söyleyebilmiş.

Kısacası Öney bizlere İtalya’daki sanki hazırda bekleyen ırkçılığı gösteriyor ve bir tehlikeye işaret ediyor. Konumuz açısından kritik katkı söz konusu yazının bu noktasında söylenen şu cümlede gizli: “Oysa Avrupa genelinde etnik köken temel alınarak devletlerin istatistik veri toplamasının önünde ciddi engeller var.” Bu tür engeller ‘ileri’ düzey bir demokrasinin de önkoşulu sayılmakta. Çünkü devletleri vatandaş karşısında eşit mesafede tutuyor ve ayrımcılığı önlüyor. Diğer bir deyişle eğer devleti bu tür kurallarla engellemezsek, yetkilerin kötüye kullanılacağını ve toplum içindeki bazı grupların haksız yere ezileceklerini tahmin ediyoruz. Tabii ki bu boş bir tahmin değil... Avrupa tarihi bu tahminin gerçekçiliğini gösteren olaylarla dolu. Devlet eliyle yönlendirilen ırkçılığın geçmişi epeyce eski olmakla birlikte modern dünyadaki hortlamasına razı gelmek durumunda değiliz.

Dolayısıyla Öney’in sözünü ettiği ilkesel engellerin işlevini ve meşruiyetini anlıyoruz. Ancak bunun altında bir korkunun yattığının ve bunun bizzat kendinden korkma olduğunu görmekte yarar var. Modernlik sadece bir tür eşitlik ve özgürlük değil, aynı zamanda yine bir tür ayrımcılık ve ırkçılık da getirdi. Modern ideolojiler içinde şekillenmiş olan devletler halen ellerine fırsat geçtiğinde linç kültürünü beslemekten çekinmiyorlar. Diğer bir deyişle liberalizm aslında otoriter zihniyeti hiçbir zaman yenemedi ve onunla birlikte yaşamaya, bu koalisyona razı oldu. Hatta liberal ideologların ve siyasetçilerin savunduklarına ve yaptıklarına bakarsanız, bizzat liberalizmin de ne denli otoriterliğe meyilli olduğunu görebilirsiniz.

Böylece ortaya kendi ‘ruhundan’ korkan, her an belirmesi beklenen Mr. Hyde’ın tedirginliği içinde yaşayan bir Dr. Jekyll çıktı. Modernlik aslında Jekyll/Hyde dikotomisinde çok iyi resmedilmiştir. O hikâye sadece modern bireyin değil, bizzat modernliğin çelişkisini gösterir...

Günümüzün liberalizmi bu nedenle sürekli savunmada. Doğruyu yapmak yerine yanlışı engellemek peşinde... Dolayısıyla devletlerin etnik köken temelinde istatistik toplaması istenmiyor. Ama bu durum devletlerin o etnik kökenlileri ‘görmemeleri’ de demek. Eğer kimlikleri nedeniyle yaşadıkları bir sorunları varsa, bunu ‘duymamaları’ demek. Liberaller korkuyor, çünkü kurdukları sistem demokratik değil. Liberal devletin ‘ne mal’ olduğunu gayet iyi biliyorlar ama o devleti nasıl demokrat kılacaklarını bilmiyorlar. Dolayısıyla da ‘küçük’ devlet, ‘garson’ devlet istiyorlar... Ama bu durum daha demokrat bir rejimden ziyade, soğuk bir hukuk nizamını ifade ediyor.

Buna karşılık demokrat bir sistem demokratlığı içselleştiren bir karar mekanizmasını ima eder. Burada devletin toplumu tanıması, bu bilgiyi karar ağına aktarması toplumsal yaşamın asgari zeminidir. Demokratlar toplumun bütün yönleriyle şeffaf bir biçimde tanınmasını ve sahiplenilmesini isterler. Bu nedenle de bilgiyi engellemektense çoğaltmayı, karar hiyerarşisini ise yaymayı hedeflerler.

Liberallik ile demokratlığın farkını görmek açısından bazı popüler söylemleri de örnek vermek mümkün. Örneğin ‘sana yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma’ mealinde bir söz var. Bu önermenin altında o başkalarının da sana benzediği gerçeği vurgulanıyor. Ama ya benzemiyorlarsa? Ya o başkaları hiç de senin sandığın gibi değilse ve senin hoşlanmadığın şeylerden hoşlanıyorlarsa? Doğru davranış böyle bir varsayımsal önerme yapmaktansa, doğrudan söz konusu kişilere ne istediklerini sormak değil mi?

Oysa bu önerme sormayı değil, muhtemel yanlışı yapmamayı tavsiye ediyor... Bu liberal bir önerme... Arkasında korku var. Duygularımıza kapılacağımızı, bencilce davranacağımızı, başkalarını ezeceğimizi varsayıyor. Aslında bu liberalin kendisinden ve yarattığı düzenden korkmasından başka bir şey değil.

Empati kavramını da aynı bağlamda ele alabiliriz. Kendimizi başkalarının yerine koymak, koymamaya kıyasla tabii ki olumlu bir haslet. Ama konuşmak varken niye empati ile yetinelim? Ötekinin isteklerini doğru bir biçimde öğrenmek için sadece sormak yeterliyken, niçin mesafeli bir ‘duyarlılık’ duruşuna sığınalım?

Anlaşılan liberallik ilişkiden tedirgin olan bir ruh haline tekabül ediyor. Başkalarına yaklaşamamak bir yana, otorite sahibinin ona yaklaşmasından da rahatsız oluyor. Demokratlık ise ilişki kurmak, konuşmak ve iktidarı bu konuşmanın içine yedirmektir. Demokratlar bilginin önündeki engelleri açmak, başkalarına ulaşmak, onlara dokunmak isterler. Demokrat siyaset ve ahlak da buradan türer ve tahmin edileceği üzere liberallikle pek ilişkisi de yoktur.

Etyen Mahçupyan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder