24 Mart 2009 Salı

İktidar ve muhalefeti bekleyen risk haritası (1)

Seçim öncesi bazı yapıcı tespitlerde bulunmakta fayda görüyorum. Çünkü bu memlekette hiçbir sıcak gündem sağduyu ile tartışılamıyor.
Bu nedenle ortalık karışmadan gerçekleri söylemek daha doğru. Öncelikle belirtmek zorundayız ki 29 Mart gecesi ortaya çıkacak sonuç ne olursa olsun asıl kazanan demokrasi olacaktır; tabii ki sandığa yansıyan iradeyi bir türlü içine sindiremeyen bazı güçler bu seçimi de toplumun burnundan getirmeye yeltenmezse... Her neyse.. Önemli olan, zor zamanda zor analizler yaparak, yapıcı ve yol gösterici olmaya gayret etmek. Bu nedenle -mahallî seçimlerin sonucuna aldırış etmeden- bazı gerçekleri dile getirmekte fayda var. Ülkeyi yedi yıldır idare eden AK Parti'den başlayarak, siyasî hareketleri bekleyen sınavları bugünden yazmakta fayda görüyorum.
AK PARTİ: Görünen o ki AK Parti meydanları lebaleb dolduruyor. Kar yağıyor, yağmur bastırıyor; ama seçmen hiçbir zorluğa boyun eğmiyor. Meydanların bu kadar coşkulu olması parti için büyük bir avantaj. Bu durum, dezavantaja da dönebilir. Kısa vadede AK Parti'yi etkileyecek en bariz risk, seçmen tabanında oluşabilecek rehavet duygusudur. Sağ seçmendeki rehavet duygusu öteden beri beklenmedik sonuçların doğmasına neden olmuştur. 'AK Parti almış başını gidiyor' havası, bu partiye oy vermeyi düşünen bazı seçmenleri sandıktan uzaklaştırabileceği gibi, 'Biraz da filan partiyi destekleyelim' havasına sokabilir. Turgut Özal'ın 1989 mahallî seçimlerindeki beklenmedik tepkiye 'kantarın topuzu fazla kaçtı' dediği nokta da budur.

Medyanın yol açtığı rehavet havası sadece sağ partilere mahsus bir keyfiyet değil. CHP'nin son genel seçimlerde başına gelen de buydu zaten. Cumhuriyet mitinglerindeki coşku 'kesinlikle başarılı olacak' gibi bir algıya sebep oldu. DSP ile birleştiği halde oylarını artıramadı. Benzer bir rehavet havası Saadet Partisi başta olmak üzere diğer sağ partilere oy vermeyi kolaylaştırabilir. Zaten bu sebeple AK Parti'ye sert muhalefet yapan medya grupları, SP ve MHP adaylarına özel ilgi gösteriyor...

Bütün dünyayı sarsan global ekonomik kriz, günlük hayatta kendini hissettirdikçe iktidar partisinin bu durumdan olumsuz etkilenmemesi düşünülemez. Neyse ki kendine muhalefet partisi rolü biçen medya, ekonomik krizi irrasyonel bir abartıyla kamuoyuna sunuyor. Bu da tepki ve kuşkuya yol açıyor. Ergenekon soruşturması gibi hayati mevzularda dilini yutmuşçasına sessiz kalanların iktidar partisine karşı yürüttüğü mübalağa ve mugalata, krizin beklendiği kadar olumsuzluk yansıtmamasına sebep oluyor. Muhalefet partileri de krizi yeterince rasyonel bir üslupla anlatamadı. İroniye bakar mısınız lütfen: 'IMF ile neden anlaşmıyorsunuz?' diyen bir sol imajı ve 'ülkemizin menfaatlerini sonuna kadar savunacağız; ancak o garantiyi alırsak anlaşacağız' diyen bir iktidar söylemi. Hangisi sempatik gelebilir bu topluma? Her şeye rağmen, global kriz AK Parti'yi etkileyebilir. Partinin 'Bu krizi biz çıkarmadık ki sorumluluk tamamen bize ait olsun' savunması, toplumun önemli bir kesimi tarafından inandırıcı bulunuyor. Ancak yine de vatandaşın canı yanıyor bu krizden. Bu durumda vatandaş daha hissî davranabiliyor; bu da normal bir tepki olarak görülebilir. O yüzden alınabilecek bütün tedbirler alınmalı ki inandırıcı olabilsin. Hükümetin art arda aldığı ekonomik önlemler ve açıkladığı paketler bu açıdan da önemli. Halkı rahatlatacak önlemlerin yanı sıra 'Dünya tarihinin en büyük krizini de ancak biz çözebiliriz' diyerek alternatifsizliğin savunulması siyaseten doğru bir hamledir; ancak bunun ikna edici olabilmesi için alınan tedbirlerin gerçekten de umut verici sonuçlar doğurması gerekir. Kamu vicdanı hem bilgi ile karar verir hem sezgi ile; bunu iyi göremeyen ve zamanında hamle yapamayan sıkıntı çekebilir... Aslında uzun vadede AK Parti'yi bekleyen risk başka bir sınavı gündeme getiriyor. AK Parti "reformcu, ezber bozan, yenilikçi, değişimci" özellikleriyle geniş kitlelerden destek aldı. Bu havanın dağılması, ancak bu partinin değişimin gerisine düşmesiyle ortaya çıkar. Yani, AB süreci ile başlayan ve geniş kitleleri arkasından sürükleyen katılımcı ve çoğulcu demokrasi hedefinin, daha yeni söylem ve eylemlerle sürdürülmesi gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında 'Kürt sorunu'na yaklaşımın önemi de artıyor; Ergenekon soruşturmasının 'ucu nereye dayanırsa dayansın' taahhüdü de. Demokratikleşme, şeffaflaşma, özgürleşme ideallerinin somut adımları –onca eleştiriye rağmen- devam etmeli ki parti, varlık nedenini sürdürebilsin...

2002 yılında çevrenin merkeze karşı yürüttüğü eleştirileri arkasına alan AK Parti fırtına gibi esti ve büyük bir sempati topladı. Kim ne derse desin bugün Tayyip Erdoğan sadece başarılı bir siyasi lider değil; ülke sınırlarını aşan bir fenomen haline geldi. Ve artık AK Parti, bir merkez partisi konumundadır. Haliyle artık devletle daha iç içe, birtakım dengeleri daha fazla gözetmek zorunda. Bu şartlar altında bile reform ajandasındaki demokratik maddelerin güncellenmesi gerekiyor. Toplumun özgürlük talepleri, AK Parti'nin önüne geçerse parti için sıkıntı başlar. Bu nedenle parti, mahallî seçim sonuçlarına bakmaksızın, yeni ve özgürlükçü bir manifesto hazırlamak zorunda. Siyasi Partiler Kanunu başta olmak üzere çoğulcu ve katılımcı demokrasinin önüne çıkacak engelleri ortadan kaldırması hem partiye çağ atlatacaktır hem Türkiye'ye...

CHP: CHP'nin yeniden güçlenip kendine gelmesi için temel bazı adımlar atması gerekiyor. Mahallî seçimlerde üç-beş puan kazanmak bu partiye yeni bir umut bahşetmez. İktidar namzedi olabilmek için temel bazı meselelerde yeniden düşünmesi, hatta ezber dışına çıkarak yeni hamleler yapması gerekiyor. Bugünkü mantık onlarca sene bu partiyi iktidardan mahrum eder. CHP, tarihî fırsatları kaçırdı çünkü. 27 Nisan muhtırasının yayımlandığı gün, CHP 'Bu durum demokrasiye karşı yapılmıştır ve yanlıştır' deseydi hem parti büyürdü, hem lideri demokrasi kahramanı olurdu. Oysa CHP bu zor ama doğru yolları seçmedi. Birilerinin kendilerine 'iktidarı altın tepsi içinde sunması'nı bekledi. Rakibini mahkeme kapılarında süründürmeye çalışan ve sürekli mızıkçılık yapan bir imaj çizdi. Sandıkta bulamadığı gücü, anayasal kuruluşlardan alma gayreti CHP'yi zaafa uğrattı...

Neyse ki 29 Mart seçimlerine CHP bu havayla girmedi. Seçim kampanyasını laik-antilaik çatışması üzerine kurmadı. İstanbul örgütünün de katkılarıyla halkla barışmaya gayret etti. İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin ve ekibi, mahalli seçimler öncesi demokratik açılımlar yapan parti havası oluşturdu. Bu, uzun bir süreden beri yakalanan önemli bir rüzgârdı. Çarşaf açılımı diye isimlendirilen gayret, partiyi klasik ve kilitlenmiş kitlesinden kurtararak, yeni insanlarla buluşturdu. Ne var ki her açılım gibi bu adım da kendini inandırıcı kılmak zorundaydı. İşte o noktada iletişim arızaları yaşandı. Çarşaflı bir kıyafetle seçim otobüsüne gelen bir bayanın tartaklanması, bazı kuşkuların oluşmasına neden oldu... Çarşaf açılımının ardından 'Her mahalleye Kur'an kursu' gibi bir söylemin ortaya atılması partinin (hiç olmazsa önemli bir bölümünün) değişimden yana olduğunu ortaya koyuyordu. Kim ne derse desin bu, CHP'nin vatandaşla barışma gayretiydi. Üstelik Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'ya da bir mesaj olarak algılandı bu açılımlar. Bu durumdan sonra AK Parti'ye yeniden 'odak' denmesi çifte standardın tescili anlamına gelir. Sadece din ile ilgili konular değil; CHP 'Kürt meselesi'nde de önemli adımlar attı bu seçimler öncesinde. Sadece başörtülü Meclis üyeliğinden, ya da Ayasofya'yı açmak isteyen CHP'li adaylardan değil; Kürtçe mevlit, Kürtçe hutbe gibi konuları bile konuşabilen CHP'lilerden haberdar kamuoyu. CHP'nin hem dindar kitlelerle barışıp 'inanca saygılı laiklik' anlayışını pekiştirmesi gerekiyor; hem de Doğu ve Güneydoğu insanıyla demokratik çerçevede uzlaşması.

CHP'nin diğer önemli bir riski de Ergenekon davası. Ortada silahlar, bombalar, krokiler, suikastlar, kaotik eylemler varken Ergenekon zanlılarına fikir suçundan yargılanıyorlarmış gibi davranmak, CHP hakkında negatif kanaatlerin yaygınlaşmasına sebep oluyor. Ergenekon soruşturmasında izlenecek yol belliydi aslında. 'Kurumları yıpratmayalım; ancak yetkisini aşıp demokrasinin dışına çıkanlar varsa onlar da yargıya hesabını versin.' denseydi 'Ergenekon'un avukatlığı' sendromuna hiç girilmemiş olunacaktı.

CHP, muhalefet rolünü demokratik çerçevede yapar, icraat denetimini, inanç gardiyanlığına tercih eder, geniş halk kitleleriyle yeniden kucaklaşıp 'inanca saygılı laiklik' anlayışını yeniden diriltirse, genişler büyür, alternatif hale gelir. Aksi takdirde patinajdan kurtulması mümkün değil...

Ekrem Dumanlı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder