1 Temmuz 2009 Çarşamba

ABDÜLHAMİT BİLİCİ

Askerî yargının AB'cesi!

Rahmetli Turgut Özal, 1987'de tam üyelik başvurusu yaparken, Türkiye'nin AB sürecini 'uzun ince bir yol' diye tanımlamıştı. Ne kadar isabetli bir tespit. Dün işte bu uzun ince yolda bir durak olan vergilendirme başlığının açılış töreni için Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış'la beraber Avrupa seferindeydik.

Açılan bu başlık sayesinde Çek dönem başkanlığında sıfır çekmemiş olduk. Bağış, her şeye rağmen bu sonucu bir başarı olarak görmekten yana: 33 başlıktan 11'i, yani üçte biri böylece açılmış oluyor. İlk kez, müzakereler sürerken dönem başkanı olan ülkede hükümetin çöktüğünü ve muhatap bulmakta zorlandıklarını anlatıyor.

Ancak herkes biliyor ki, bundan sonra yol daha sarplaşıyor. Kalan müzakere başlıklarından 8'i Kıbrıs yüzünden askıya alınmış durumda. 5 tanesi üzerinde ise Fransa'nın rezervleri bulunuyor. İçerik olarak da çevre, enerji, kamu alımları gibi daha zor başlıklar var sırada.

Dönem başkanlığının İsveç gibi Türkiye'ye çok sıcak bakan bir ülkeye geliyor olması elbette önemli bir avantaj. Bu ülke meclisinde temsil edilen 7 partinin hepsinin hemfikir olduğu tek konunun Türkiye'nin AB üyeliği olması manidar.

Ancak AB sürecinde asıl belirleyici olan Türkiye'nin reform hızı ve bu konuda içeride ciddi sorunlar yaşanıyor. Örneğin bu dönemde sosyal politikalar başlığının da açılması bekleniyordu ve bu başlığın açılabilmesi için Sendika Yasası'nın çıkarılması gerekiyordu. Brüksel'e son gelişimizde Genişleme Komiseri Olli Rehn, 3 yıl önce söz verilmesine rağmen bu konunun halledilmemiş olmasından dolayı sitem ediyordu.

Uçakta konuşurken, Bağış'tan bunun gerekçesini öğrendik. İşverenleri temsilen TOBB, işçi kesimini temsilen Türk-İş başkanları, Başbakan Erdoğan'a gelerek bu kanunun ertelenmesini istiyor. Kriz şartlarında bu düzenlemenin ekonomiyi daha da zora sokacağı ikazında bulunuyorlar. Vergilendirme başlığının hazırlanması da kolay olmamış. Bunun için de AB tarafı, rakı sektörü ve Maliye Bakanlığı arasında ciddi gerilimler yaşanmış. Rakıya uygulanan verginin az da olsa yükselme ihtimali büyük direnişlere sebep olmuş.

Bu tür direnişlerin en çarpıcı son örneği, şu anda Türkiye'nin gündemini kilitleyen askerî yargıyla ilgili düzenlemede yaşanıyor. Başmüzakereci Bağış, bu konunun Albay Dursun Çiçek'e atfedilen belgeyle ve darbe girişimleriyle ilgisi olmadığını vurguladıktan sonra, konunun AB'ye uyum sürecinin bir parçası olduğunun altını çiziyor. Hemen ardından elindeki belgeleri göstererek, 2005'ten beri hangi AB belgelerinde ve hangi AİHM kararlarında, askerî yargının yetkisinin sınırlandırılmasıyla ilgili hususların ne şekilde yer aldığını sıralıyor:

AİHM'nin 'Türkiye'ye karşı Ergin' kararında şöyle deniyor: "Avrupa Konseyi ülkeleri içinde sivillerin askerî mahkemede yargılandığı tek ülke olarak Türkiye kalmıştır."

2007 ve 2008 Katılım Ortaklığı belgelerinde, askerî mahkemelerin yetkisinin sınırlandırılması isteniyor. İlerleme raporlarında tekrar tekrar aynı konunun altı çiziliyor. Hepsinden önemlisi, Türkiye'nin bu yıl başında kabul ettiği ve AB sürecinde yerine getirmeyi taahhüt ettiği Ulusal Program'da da bu konuda yapılacak düzenlemeler açıkça zikrediliyor. Ulusal Program'ın Cumhurbaşkanı Gül tarafından onaylanmış ve Resmi Gazete'de yayımlanmış, devleti bağlayıcı bir belge olduğunu hatırlatmaya bile gerek yok.

Başmüzakereci Bağış'a göre, bu değişiklik MGK'ya sivil genel sekreter atanması, TRT ve YÖK'ten asker üyelerin çıkarılması gibi reformlardan daha hassas bir konu değil.

Vergi faslını açmak için yapılan Hükümetlerarası Konferans'ın ardından düzenlenen basın toplantısında, TBMM'de yapılan son düzenlemeye nasıl baktıklarını sorduğumda, onlar da bunun AB reformlarının bir gereği olduğunu söylediler. Komisyon temsilcisi Michael Leigh, Avrupa'daki demokratik standartların ordunun sivillerin denetiminde olmasını gerektirdiğini ifade ediyor.

Süreçte yapılması gereken çok iş var. Ama 6 ay içinde Başbakan'ın Brüksel'e 2 kez gelmesi, bir başmüzakereci atanması, Ulusal Program'ın onaylanması, TRT Şeş'in yayına başlaması, AB Genel Sekreterliği Yasası'nın çıkması gibi adımlar AB başkentindeki havayı olumlu etkilemişe benziyor. Ancak edindiğim izlenim, müzakerelerin bundan sonraki süreci Türkiye'de topluma dokunacak. Gerçekten AB reformlarını isteyenlerle, sürece kendisine dokunmamak şartıyla destek verenler ayrılacak. Ankara'da yükselen vaveyla bunun habercisi değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder