23 Mayıs 2009 Cumartesi

Cumhuriyet ve yargı

YARGI ne ölçüde tarafsız? Türkiye’nin yıllardan beri tartıştığı mesele... Bu konuda demokrasi tarihinin iki büyük tecrübesi var:
- Biri, devrimci Fransa’nın tecrübesidir; yargının görevi devrimin “uyanık bekçi”si olmaktır. Devrimi yerleştirme dönemlerinde ‘anlaşılabilir’ bir özelliktir bu. Fakat bunun böyle sürüp gitmesi halinde adalete güven hissi kolay oluşmuyor. Toplumsal ve siyasi sorunlar, yargının “taraf” olmasıyla, daha da sertleşiyor.
- Anglosakson tecrübesinde ise yargının görevi uyanık bekçi değil, “tarafsız hakem” olmaktır. Bırakın resmi ideolojinin “bekçi”si olmayı, bu anlayışta yargı bireyin hak ve özgürlüklerini devlete karşı korur. Yargı, devletin emrinde değildir, aksine, devleti “dengeleyici” bir güçlür. “Tarafsız” olduğu için toplumda yargı ve yargıç çok büyük saygınlığa sahiptir. Yargının “tarafsız hakem” olması siyasi ve sosyal ihtilafların çatışmasız çözümünü de kolaylaştırır.
Ayrıntı için Dale Van Kley’in “The French Idea of Freedom” adlı eserine bakılabilir.

Yargı geleneği
Bizim Fransız geleneğine benzerliğimiz Tanzimat’la başladı, Cumhuriyet’le “devrim” kıvamına ulaştı. Merhum Bülent Tanör, “Kuruluş” adlı kitabında şunları yazıyor:
“Yargı organları gerçek anlamda bağımsız ve güvenceli değildir... Yargının ayrı ve dengeleyici bir güç olması söz konusu değildir, esas işlevi rejimi ve inkılapları korumaktır.”
Fakat ‘Kuruluş’ döneminden çok sonra da, mesela, 27 Mayıs’ta ihtilal ve Yassıada fetvalarını veren hukukçu Prof.’lar açıkça “Fransız ihtilal mahkemeleri”ni örnek diye göstermişlerdi!
“Yargıçlara Genelkurmay brifingi” de yargı-devlet organik birliğinin bir örneğiydi.
Yargının parti kapatma kararlarında, “yetki gaspı” niteliğindeki kararlarında, ‘siyasi suçlar’a ilişkin kararlarında, özelleştirme, türban, 367 ve “kamu yararı” gibi konulardaki kararlarında ve “yargıcın gördüğü rüya”da bu eski geleneğin izleri açıktır.
Bu gelenek sebebiyle Türkiye’de “Yargının tarafsızlığı” konusunda sık sık güven krizleri yaşanıyor.

Cumhuriyetin evrimi
Fransa’da 1894’te başlayan “Dreyfus Davası”yla ilgili muazzam tartışmalar, herkese ve yargının kendisine resmi ideolojiye göre değil “adalet”e göre karar vermek gerektiğini öğreten bir şok oldu.
Meşhur Emile Zola’nın Dreyfus davasındaki büyük haykırışı şöyleydi:
“Cumhuriyetin şerefi, onun adaletidir!”
Bugün Fransız Anayasası’nda, kuruluştaki “bir ve bölünmez laik cumhuriyet” ilkesi aynen devam ediyor elbette... Lakin Fransız yargısı artık bu kavramları Jakoben değil, liberal anlamlarıyla benimsiyor. Kişiliklerinden özür dileyerek bir “teşbih” yapayım; Fransız yargısı temel kavramları artık Sabih Kanadoğlu gibi değil, Ergun Özbudun gibi anlıyor.
Toplumsal gelişmeye paralel olarak, cumhuriyetin evrensel evrim çizgisi “Jakoben”den “liberal”e doğrudur. (Marc Antoine Jullien, From Jacobin to Liberal, Princeton, 1993)
Jakobenizm toplum geliştikçe ‘dar ayakkabı’ haline geliyor çünkü.
Elbette Türk yargısı da bir liberal evrim sürecindedir, ama eski izler hâlâ bir sorundur. Cumhuriyeti korumanın “muhafızlık”la değil, adaletle mümkün olacağını tam anladığımızda Türk yargısı evrensel bir kalite kazanmış olacak.

Taha Akyol

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder