23 Mayıs 2009 Cumartesi

Krizde korkuyu yenmek

Türkiye'nin en önemli sivil toplum örgütleri, hazırlıkları neredeyse üç aydır sürmekte olan iddialı, kapsamlı ve uzun soluklu bir kampanyayı dün resmen başlattı: "Kriz varsa çaresi de var."
Girişimcilerin "Seferberlik" diye nitelediği bu kampanya, krizin mümkün olan en az hasarla savuşturulabilmesi için "Tüketim"in kaldıraç olarak kullanılacağı, bunun için de "Hane halkı harcamaları" nın hiç değilse olağan dönemlerin veya kriz öncesi ortamın düzeyinde tutulacağı bir toplumsal dayanışmayı amaçlıyor. Bize göre doğru bir çıkış noktası.
Çünkü, hem bu kampanyaya ya da seferberliğe öncülük eden TOBB, Türk-İş, Hak-İş, TESK, Kamu-Sen, TİM, TÜSİAD ve MÜSİAD'ın imzalarını taşıyan ortak bildirgede vurgulandığı, hem de girişimin sözcülüğünü üstlenen TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu'nun altını çizdiği gibi, Türkiye'nin milli gelirinin yaklaşık yüzde 68'ini hane halkı harcamaları, yani özel tüketim oluşturuyor.

Tüketim-üretim-istihdam
Biliyoruz, görüyoruz ve okuyoruz; krizde tüketicilerin harcama alışkanlıklarında köklü değişiklikler meydana geliyor: 1- Zorunlu olmayan ihtiyaçlarını karşılamayı erteliyorlar. 2- Zorunlu ihtiyaçlarını da mümkün olduğunca kısmaya çalışıyorlar.
Bu değişikliklerde de iki faktör rol oynuyor: 1- İşini yitirenlerin bütçelerinin daralması. 2- İşini koruyanların yarın korkusu.
Oysa, yumurta-tavuk misalinde olduğu gibi, tüketimin daralması üretimi geriletiyor; üretimin gerilemesi ise kaçınılmaz olarak istihdamı vuruyor. Öyle ya; ürettiğini satamayan bir firmanın ya da fabrikanın kadrolarını daraltmak ve maliyetlerini düşürmekten başka çaresi olabilir mi?
Buna karşılık özel tüketimin canlılığını koruması, en azından üretimin de iç pazara yönelik bölümünün dinamizmin sürdürmesini sağlayacak. Üretimdeki canlılık ise, işini yitirmiş olanların hiç değilse bir bölümünün yeniden işbaşı yapmalarına imkân verecek.

Genç işsizlerin dramı
Trajik bir gerçeği hep gözümüzün önünde bulundurmak zorundayız: Türkiye, istihdam daralması açısından krizin en çok vurduğu ülkeler arasında yer alıyor. TÜİK'in (Türkiye İstatistik Kurumu) son verilerine göre, işsizlik oranı yüzde 16.1'e ulaştı. Bu da çalışma çağındaki 3.8 milyon kişinin işsiz olduğu anlamına geliyor. Buna sayıları 2.5 milyonu geçen gayri resmi işsizlerin (İş aramayanlar, aramaktan vazgeçenler, iş bulma umudunu yitirenler) ekleyin... Türkiye'de 6.3 milyonu aşkın işsiz-güçsüz bir kitle yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Onların ailelerini, çoluk-çocuklarını da kattığınızda tablo iyice tüyler ürpertici duruma geliyor.
Hele bir de genç işsizler sorunu var ki, katlanılacak gibi değil: Yine TÜİK verileri, gençler arasında işsizliğin yüzde 28.6'ya ulaştığını gösteriyor. Daha bir yıl önce bu oran yüzde 21.5 dolaylarındaydı.
Bir yılda yüzde 30 artmış genç işsizler. Bu veriler de Türkiye'yi genç işsizliğinde OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) üyeleri arasında ilk sıralara oturtuyor. İlk ve en riskli ülkeler safına. Çünkü o milyonlarca genç işsiz, milyonlarca patlamaya hazır bomba demek.
Bir nokta daha: Bir şeyler yapılmazsa o kitle, o ordu daha da büyüyecek. Zira, istihdam daha fazla daralmasa bile, her yıl yarım milyonu aşkın gencimiz hayatında ilk kez iş aramaya başlayacak.
Bulmaları için "İş" olması gerek. "İş" olması için "Üretim" yapılması gerek. "Üretim" yapılabilmesi için "Talep" gerek. "Talep" için de tüketim gerek.
Gelin, gençlerimizin geleceğini karartmamak için tüketim imkânına sahip olanlar gelecek kaygılarını bir yana bıraksın.
Gelin, üreticiler safını genişletmek için çarşıya, pazara çıkalım.
Gelin, bugünden tezi yok ekonominin çarklarına asılalım. Hep birlikte. Seferberlik ruhuyla. Toplumsal dayanışmayla. Haydi!

Erdal Şafak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder