21 Mayıs 2009 Perşembe

Yapabileceğimiz hiçbir şey de yok!

Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ekranda Can Dündar ve gençlerin sorularını yanıtlıyordu (NTV, Neden), izlerken, hayatımda ilk defa üzüntü ve neşenin aynı anda -beraber- hissedilişini yaşadım.


Olay şöyle gelişti...

Bakan Çubukçu Türk çocuklarına İngilizce öğretmek konusunda arzu edilen seviyenin hayli altında olduğumuzdan dem vurarak, bu işi bir şekilde çözmek lazım, ne yapıp edip çözeceğiz manasında bir hedefe işaret etti.

Ben başladım gülmeye!

Ama sanki hüzün ve çaresizlik arası bir üzüntü denizinin ortasındaki kahkaha adası üzerindeyim.

Bir tür ‘güleriz ağlanacak halimize’ durumu, ama tam da öyle değil, anlatmam gerek...

* * *

Yıl 1988, Başbakanlık, rahmetli Adnan Kahveci’nin odası; ‘Gençlere mutlaka ileri düzeyde İngilizce öğretmemiz şart, yoksa Türkiye dünyayı ıskalar. Bu konuyu düşünün’ dedi ve kalemi kağıdı önüne çekip çalışmaya başladı. (Bu bana git odana sen de çalış demek.)

Beş dakika geçmemişti ki, ‘Ben formülü buldum’ diyerek, benim odaya daldı:

- Bizdeki İngilizce öğretmenleriyle olmaz bu iş, zaten o kadar öğretmenimiz yok. İngiltere’den Amerika’dan binlerce öğretmen de getiremeyiz, çok para eder, bütçe yetmez. Ne yapacağız?

- Ne yapacağız?

- Düşünün!

- Siz ne düşündünüz diye düşünmekten düşünemiyorum ben.

- Hah! Formül şu: İngilizce öğretmenlerini Hindistan’dan getireceğiz. Bütün Hindistan İngilizce konuşuyor, binlerce İngilizce öğretmeni; bizim öğretmen maaşına bayram ederek gelirler üstelik. Tek bir sakınca var...

- Lojman?

- Hayır!

- Turgut (Özal) Beyi ikna etmek?

- Hayır! Bayılır o bu işe.

- Pes ettim...

- Bizim çocuklar biraz Hint aksanıyla İngilizce konuşur!

(Burada beni gülme krizi tuttuydu, Adnan Bey’i de tetikledi o da gülüyor ve anlatmaya devam ediyor) Ama olacak o kadar! (Masaya kapanarak gülüyordum ki finalde komalık oldum. Hint aksanının mükemmel taklidiyle...) But there is nothing we can do about it!

Gülmekten kasıklarımı tutarak kendimi odadan dışarı attığım o anı hatırlayınca; içimden hem gülümsedim, hem de her ne kadar değiştiremeyeceğimi kabullensem de, içimdeki acı çaresizlik yanığını yine hissettim.

* * *

Bir de çok daha az duygusal, gerçek anlamda üzüntü verici durum var ortada...

Yıl 1988, Türkiye, çocuklarımıza İngilizce öğretmemiz şart diyor.

Yıl 2009, Türkiye, çocuklarımıza İngilizce öğretmemiz şart diyor.

En az 21 yıldır (kaç 21 ya, neyse) aynı noktadayız!

Bizim aslında çözüm üretmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Bahane üretmekte üstümüze yok mesela, keşke şu işleyişi tersine çevirebilsek!

Ben burada 21 yıl öncesinden bir çözüm önerisi sunuyorum.

‘Olacak iş değil, deli saçması’ demek kolay...

Kabul, daha iyi bir çözüm öneren çıksın, hep beraber o çözümün peşine düşelim!

20 yıl evvel başlasaydık şimdi 30 yaşındaki gençlik çatır çatır İngilizce konuşuyor olacaktı.

Gerçi hafif bir aksanla...

But there is nothing we can do about it!

Murat Birsel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder