17 Mayıs 2009 Pazar

Uyarı yerine geçsin diye

Türkiye'nin sorunlar listesinin ilk sırasında bulunan soruna çözüm arayışı başladı ya, daha ilk günden “Acaba bu defa yolunu kesmek için ne/ler yapılacak?” diye yüreğim pır pır ediyor... O soruna çözüm arayandan daha fazla, bulunan çözümleri devre dışı bırakmaya çalışan var çünkü...

Geçmişten biliyoruz, ne zaman uzun süreli bir ateşkes olsa, ya da silâhların bırakılmasıyla sonuçlanabilecek bir yola girilse, ardından terörün iyice zıvanadan çıktığına hepimizin tanıklık edebileceğimiz türden gelişmeler yaşandı. En bilineni yazayım: Bingöl'de 33 eri böyle bir ortamda (24 Mayıs 1993) kaybettik...

'Terörden kurtulmuş bir Türkiye' özlemini dile getirirken binlerce kez “İnşallah” dememiz gerekiyor. Gerekiyor, çünkü öyle bir ortamda, Türkiye'nin terör engelinden kurtulmasını istemeyen ne kadar kişi, örgüt ve ülke varsa hepsinde alarm zilleri çalıyor; ardından birileri düğmeye basıyor ve kurtulmaya yüz tuttuğunu düşündüğümüz terör illetinin en çirkin yüzüyle yeniden karşılaşabiliyoruz.

Hayatını teröre vakf etmiş, terör-dışı bir sosyalliği bulunmayan tiplerin/örgütlerin/ülkelerin barışçı ortamı yok etmek için devreye girmeleri anlaşılır bir şey; esas anlamakta zorlandığımız, barışı amaçlayan kesimlerin yaptıkları yanlışlar... Geçmişte -hem de tam zamanında- geniş çaplı af yasaları çıkartma amacıyla harekete geçildiğinde, ne oluyorsa oluyor ve yasa son anda pek işe yaramaz hale sokuluyordu.

Bunu da mı terör örgütüne veya terörden beslenen tiplerin takoz koymasına bağlayacağız? Elbette hayır...

Güneydoğulu bazı milletvekillerinin ense-tokat Meclis'ten atıldıkları günü hatırlıyor musunuz? Dönemin başbakanı Tansu Çiller 'barışı getiren politikacı' olarak tarihe geçmek arzusuyla çıktığı yolda, yanındakilerin yönlendirmesiyle, hızlı bir çark etmiş ve 'sert başbakan' rolüne soyunmuştu. DEP milletvekillerini kendi eliyle güvenlik güçlerine teslim etti Tansu Çiller... 'Çözüm' arayışlarını uzun süreliğine ortadan kaldıran en etkili olaydı 2 Mart 1994'te Meclis'te yaşanan...

“Allah korusun” diyerek soruyorum: O görüntülerin yeniden yaşanmasına hazırlık mı yapılıyor?

Soruyu aklıma getiren, birkaç DTP milletvekilinin ifadesini almayı amaçlayan savcılık dosyalarının TBMM'de ele alınış biçimi. 'Milletvekili dokunulmazlığı' seçilenlerin seçim öncesi işlemiş oldukları suçları da kapsıyor. Milletvekili dönemi sona erip dokunulmazlıktan mahrum hale gelene (veya Meclis dokunulmazlığını kaldırana) kadar mahkeme önüne çıkarılamıyor, savcılara ifade vermesi gerekmiyor.

Bir ara CHP'nin neredeyse tek iddia konusu 'dokunulmazlık kalksın' olduğu için biliyoruz: Seçilmişler için yargı süreci seçildiği gün durduruluyor; ister siyasi bir suç işlemiş olsunlar, ister adi bir suç, dokunulmazlık zırhı her milletvekili için geçerli oluyor.

İyi de, DTP milletvekilleri nasıl oluyor da aslanın ağzına atılıyor? Anayasanın başka milletvekilleri için işletilmeyen iki maddesine dayanarak savcılar neden sadece DTPli milletvekillerini mahkemeye celp etme çabasındalar? Neden TBMM Başkanlığı savcılıklara bu yolda yaptıkları talepleri yasama dönemi sonuna bırakmayı tavsiye etmek yerine, DTPli milletvekillerine “Git, ifade ver” uyarısında bulunuyor? Garip bir iş gerçekten...

1994'te milletvekillerinin yaka paça götürülmesine direnen bir Meclis Başkanı vardı, hakkını yemeyeyim: Hüsamettin Cindoruk... Demokratik gelenekler açısından yüz kızartıcı olay onun yurtdışında bulunması sırasında yaşanabilmişti. Bugünkü Meclis yönetiminden en az onun demokratik refleksini göstermesini bekliyoruz.

Başbakan Tayyip Erdoğan da DTPlilere uyguladığı görüşme ambargosunu kaldırsa herhalde iyi olacak.

Hatırlatmaya gerek var mı, bilmem: Çözüme ne kadar yakınsanız, provokasyonlara o kadar açıksınız demektir...

Fehmi Koru

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder