19 Mayıs 2009 Salı

Ertuğrul Özkök'ü sabah namazına bekliyoruz

"Bizim mahalle öyle değil böyle" dediğimde doğrusu ortalığın bu kadar karışacağını tahmin bile edemezdim.

Sevgili Ahmet Abimizin karşı mahalleye taşındıktan sonra yıllardır anlattığı anılarının 'biz eskiden eskiden su içerdik testiden' şarkısı kadar fena halde eskidiğini karşı mahallenin şaşkınlık içinde attığı maillerle anlamış olduk.

Bu mailleri okurken aklıma süper bir fikir geldi.

Bizi bu kadar merak eden, mahallemizden taşınan abimizin ballandıra ballındıra anlattıklarını bunca yıldır dinleyen mahalleliden 'Yeter artık ben dinlemek değil bu mahallelileri tanımak istiyorum' diyenleri bu pazar günü sabah namazına Eyüp Camii'ne çağırıyorum.

Hatta evi yakın olan biri zahmet olacak ama gelirken Ertuğrul Özkök'ün kapı zilini de çalsın.

Sabahın köründe kapı zilinin çalınmasına biraz bozulacaktır ama benden söylemesi bu fırsat kaçmaz. Uykunu böl, biraz erken kalk gel bak bütün mahalleli orada.

Hikayelerini dinlediğin de orada henüz hikayesini hiç duymadıkların da. Hatta Ahmet Abimizin bizim ağzımızdan küçümsediği varoş kızları da..

Yaşlısı, delikanlısı, ünlüsü, zengini, fakiri, havalısı, tövbekarı hepsi aynı mekanda...

O hikayelerini yazdırmaya bayıldığın insanlardan birinin omzuna bir omuzun değsin diğer omuzun da bir başka mahalleliye.

İnan bana, dinlerken hissettiklerinle omuz omuza aynı saftayken hissettiğin duygular bambaşka olacak.

Şimdi bu iki mahallelinin birlikte olduğu safta ne hissettin asıl gerçek olan bu yaşadıkların? Mutlu mu oldun, ayakların mı uyuştu, birinin çorabı mı kokuyor, biri gözyaşı mı döküyor, biri sabahın bu kör vaktinde üşenmeyip allanıp pullanıp mı gelmiş.

İşte o gördüklerinin hepsi bizim mahallenin gerçek ahalisi. Üstelik başını çevirsen yanı başındalar. Hem öyle iş namaz kılmakla cami bahçesindeki toplu duaya katılmakla bitmiyor. İster meydandaki çay ocaklarında istersen Piyer Loti'de kahvaltı yapıp kahveni içerken cemaat ehliyle sıcak bir sohbete de dalabilirsin.

Benden söylemesi..

“Yok ben öyle sabah sabah uykumu bölüp böyle bir ayine katılamam” diyorsan karşı mahalleliye ikinci bir teklifim daha var. Hepinizi Ahmet Abiyle birlikte bir akşam üstü Fatih'deki bizim kafe sokağına bekliyoruz.

Atlayıp gelin lütfen rica ederiz.

Birlikte tavla oynalayım, çay içelim, okey atalım.

Geçen yazımda gerçi Ahmet Abiye teklif etmiştim gel yazını sıcak sıcak burada yaz diye ama ses çıkmadı. Eğer karar verir çekinmezse sizi de alsın gelsin işte. Hem esnaf da sevinir yeni yüzler görür daha bir çabuk getirir çayını kahvesini misafirlerine, yani ayıp olmasın diye elinden ne gelirse onlar da yapar valla…

Bakın bize Ahmet Abimizin dediği gibi taa kalkıp alışverişe Nişantaşı'na kadar geliyoruz. Yeni bir alışveriş merkezi mi açılmış ordayız, Bebek'te kahvesi güzel bir mekan mı var 'Hadi kızlar gidip hem hava alır hem kahvemizi içeriz'' deyip üşenmeden arabamıza atlayıp geliyoruz.

Taksim'de bir sergi mi var vallahi gezmezsek meraktan ölürüz. Tabi "Ne gelirse başımıza bu meraktan gelir" o da ayrı bir konu. Çünkü karşı mahalleye gelip de ilginç bir hikaye yaşamadan evine dönen başörtülü tanımadım dersem yeridir.

Kimi üzücüdür ama çoğu gülünçtür. Bu hikayeleri birbirimize anlata anlata güleriz daha çok. Mesela karşı mahallede benim başıma hep aynı şey gelir. Birileri benden İngilizce konuşmaya başlayınca anlarım ki karşı mahallenin sınırlarına girmişimdir.

En son ailece gittiğimiz Gezi Pastanesi'nde yaşamıştık bu sahneyi. Garson bize önce İngilizce menü getirdi ardından da İngilizce ne istediğimizi sordu. "Valla Türkçe konuşabilirsin" demesek bu muhabbet uzayıp gidecekti.

Sonunda özür diledi tabii. Neymiş efendim bizi Arap bir aile sanmış.

Dolmabahçe Sarayı'nın içindeki o enfes deniz manzaralı mekanda da aynı şeyi yaşamıştık. Garson yine bizi yabancı sanmış o bozuk İngilizcesiyle ne içeceğimizi sormuştu. Biz "demli iki çay lütfen'' deyince de büyük bir şaşkınlıkla ağzından 'I'm sorry' sözcükleri dökülmüştü.

Öyle ya bu mahalleye gelen başörtülü bir kız olsa olsa Arap bir turisttir. ( Vallahi Araplara hiç benzemiyorum oysa)

Neyse bu hikayenin bir de karşı yakası var tabii.. Yani bizim öğrencilik yıllarından beri takıldığımız Sultanahmet tarafı.

Buradaki esnaf bizi çok sever. Turistlerin yoğunluklu olarak takıldığı sokaklarda karnımızı doyururken zaten oldukça uygun fiyatlı menü listesinden seçim yaparken dükkan sahibi bey amcamız turistlere çaktırmadan yanımıza gelip kulağımıza eğilir ve 'Bunlar turist fiyatı sizinkiler daha uygun fiyata' deyip biz 'yerli' kızlardan yediklerimizin neredeyse yarı fiyatını alır.

Çifte standarta canım sıkılsa da içimdeki muzipliğim bu sefer diğer kulağıma eğilip der ki "Acaba karşı mahalleli burada karnını hangi tarifeden kaç liraya doyurur?" Hatta işi biraz daha ileri götürüp bir seferinde bizim esnaf bey amcanın karşısına Ece Temelkuran'ı oturttum. (Bu ismi kafadan attım ama galiba isabetli bir atış oldu. Sonra hikayesini anlatırım)

Esnaf Amcanın çalışanları Ece'ye turist menüsünü verdikten sonra İngilizce sipariş almaya çalışır. Yani bizim karşı mahallede garsonla yaşadığımız diyaloğun bir benzeri burada da yaşanır. Ama bu diyalog bir müddet sonra farklı bir maceraya doğru yelken açar. Garson bir turistin bu kadar güzel Türkçe konuşmasından çok etkilenir ve Ece'ye hayran olur. Hatta belki -geleceğini kurtarmak adına- bir Avrupa ülkesine kapat atayım diye evlilik teklifi bile eder. (Ne da olsa dil sorunları da yoktur)

Artık bu hikaye Sultanahmet'te nasıl bir sonla biter gerisini Allah bilir.


Melek KANATLI / Haber 7

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder