12 Mart 2009 Perşembe

ABD İnsan Hakları raporunun gizlenen yüzü

Başbakan Tayyip Erdoğan, Ankara'ya gelen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'a, bakanlığının yayımladığı "2008 Türkiye İnsan Hakları Raporu"nda hükümetin basına baskı yaptığı şeklindeki ifadeyi sormuş: "Ağır olmadı mı?" Clinton da cevaben, "ABD'nin düşünce, basın ve ifade özgürlüğüne ne denli önem verdiğini" anlatmış.

Erdoğan'ın sorusunu mucip olan, raporun Doğan Medya Grubu (DMG) gazetelerinde önemle altı çizilen bölümü şu: "Kanunlar ifade ve basın özgürlüğüne yer veriyor, ancak hükümet bazı durumlarda bu özgürlükleri kısıtlamayı sürdürdü. Bazı yüksek dereceli hükümet yetkilileri, yıl boyunca basını sert bir şekilde eleştiren beyanlarda bulundular."

Nedense (!) DMG'ye ait ve öteki gazetelerde raporun şu bölümüne dikkat çeken olmadı: "Medyanın çoğu, pek çok medya dışı alanda çıkarları olan büyük, özel holding şirketlerinin mülkiyetinde. Medyada mülkiyetin belirli ellerde toplanması haberlerin içeriğini etkilediği gibi, tartışmaların kapsamını da kısıtlamakta. Gözlemcilere göre büyük medya şirketleri ellerindeki medyayı giderek artan ölçüde hükümet politikaları üzerinde baskı oluşturmak amacıyla araç olarak kullanıyor." Ne diyeyim? Anlaşılan Türkiye'de kimse medyayla ilgili esas sorunu, sorun olarak görmüyor.

Geçen hafta, Emin Çölaşan'ın "Bir medya belgeseli" altbaşlıklı kitabı (bkz 30.10.2007 tarihli yazım) kadar olmasa da, medya üzerine çok öğretici bir katkı, Taraf gazetesinden geldi. Amberin Zaman'ın DMG patronu Aydın Doğan'la yaptığı uzun mülakatı yayımlandı (5 Mart). Bu mülakatta Başbakan'la aralarında geçen bir konuşmayı aktaran Doğan, büyük medya sahipleriyle hükümet arasındaki ilişkilerin nasıl yürüdüğü hakkında iyi bir fikir veriyor: "Ceyhan'da rafineri kurmak istiyorum... Bana müsaade verin... / Samsun'da kursan olmaz mı, orayı bizim (Ahmet) Çalık'a (Sabah�ATV patronu) söz verdim... / Efendim, Çalık da yapsın, ben de yapayım... / Putin var o işin içinde. İtalyanların en iyi şirketi var. Berlusconi var. Ocak ayını bekleyelim... Ondan sonra bir şey yaparız... / Ben petrolcüyüm, Çalık petrolcü değil ki, o müteahhit... Ceyhan�Samsun arası boru hattını yapıyor. / Yok, rafineriyi de söz verdim..."

Doğan'ın kimi sorulara verdiği cevaplar da bu açıdan çok aydınlatıcı: "Sonuçta rafineriyi Başbakan'dan istediniz... / Kimden isteyecektim... / Ama ihaleye çıkılıyor... / Hayır ihale değil. İhale olsa kabulüm, ruhsat istiyorum... / Birisi Angela Merkel'e gidip bana ruhsat ver diyebilir mi? / Angela Merkel'e demez, çünkü Merkel bu işle uğraşmaz... / O zaman başından sona bir terslik var... / Tabii var. Bakın Tayyip Bey kendi döndü orada, Hilton'u ne yapıyorsun, dedi... / Hilton bu haliyle demode. Mutlaka yeniden yapılması lazım. Ama yanına da bir takım ilaveler lazım... Eğer Türkiye'de ABD'deki gibi vergi idaresi bağımsız olsa, siyasi iktidar değişti diye vergi mükellefi korkar mı... İş adamlarının hepsi konuşmaktan korkuyor. Çünkü bağımlı. Siyasetçinin iki dudağı arasında. Mahvedin şu adamı, gidin üzerine, bitti..." En rahat kiminle çalıştığına dair bir soruya Doğan'ın yanıtı şöyle: "Turgut Bey'le de kavgalarım oldu. Süleyman Bey'le rahat çalıştım. Mesut Bey rahat göründü ama çok şeyler yaptı bana..."

Aydın Doğan, kendisini sahibi olduğu gazete ve televizyonların en tepedeki genel yayın müdürü olarak gördüğünü saklamıyor. Erdoğan hakkında diyor ki, "Eleştirdiğimiz de oldu, iyi şeyler yazdığımız da..." Seçimden sonra Başbakanla aranızdaki sorunlar düzelebilir mi, şeklindeki soruya şu cevabı veriyor: "Temenni ederim. Dikkat ederseniz, benim televizyonlarım başbakanın mitinglerini öbürlerinden daha az göstermiyor. Özellikle bunu söylüyorum. Dikkat etmelerini söylüyorum... Her toplantıda genel yayın müdürü arkadaşlarıma aynı şeyi söylüyorum..."

Doğan'ın okurda üzüntü hatta acıma hissi uyandıran sözleriyse şöyle: "Hiç bir işimi siyasi şeyle almadım. Tersine, yayıncı olduğum için bütün işlerimde baskı altında kaldım. Yani zarar gördüm..."

Şahin Alpay

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder