11 Mart 2009 Çarşamba

İkinci iddianame

Bir demokraside adı ne olursa olsun "terör örgütleri"nin üzerine gidilmesini kim istemez?

Hele de o "demokrasiniz", Hrant'tan geriye saymakla bitmez cinayetlere tanık olmuş ise. Hele de o "demokrasiniz" kimilerine göre 17 bin, kimilerine göre 12 ya da 7 bin "faili meçhul" cinayeti yakın tarihinde barındırıyorsa.

Irkçı açıklamalar ortalığı kaplamış, masum insanlar "misyonerlikle mücadele" seferberliği içinde hunharca öldürülmüş.

Ve de tabii bu işler "parasız" olmayacağı için, terörün eli akçeli işlere de uzanmış.

Bir demokraside bu türden marifetler sergileyen "terör örgütleri"nin sonunun getirilmesini kim istemez?

Dün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan yapılan yazılı açıklamada mahkemeye teslim edildiği söylenen iddianamede yer alan "örgüt yöneticisi olmak" ve "örgüt üyesi olmak" suçlamalarında kastedilen "örgüt" sözünü ettiğim "terör örgütleri" ise bugünleri de görebildiğimiz için şükretmeliyiz.

Ama Başsavcılığın açıklamasında yer alan bilgilere yakından bakacak olursak, iddianame sözü edilen "örgüt" sanki bundan farklıymış gibi duruyor. Bu "şüphe"nin nedeni önümüzdeki metinde sıkça öne çıkan "cebir ve şiddet kullanarak TBMM'yi ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs" suçlamasıdır. Bu suçlamanın benzerleri de eksik değil. Mesela, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı isyana tahrik", mesela "devletin güvenliğine veya iç veya dışı siyasal yararlarına ilişkin belgelerini kullanmak". Ya da –çok şaşırtıcı biçimde- mesela "askeri itaatsizliğe teşvik"(?)

Biz şu çok önemli şeyi bugüne kadar anlayamadık: "Terör örgütü", "terörizm", "teröristler", hangisini seçerseniz seçin, bunlar her şeyden ve herkesten önce "toplumun barışını" tehdit ettikleri için demokrasilerde ilk elde saf dışı bırakılması gereken oluşumlardır. Oysa biz, ne zaman bu bahis açılsa aklımıza ilk gelen "yangında kurtarılacak eşya" olarak her şeyden ve herkesten önce "devlet"i anlıyoruz.

Kardeşimizi ensesinden vurmuşlar yerde yatıyor; boğazlanmış misyonerler yerde yatıyor; "faili meçhul"e gitmiş insanların kuyularda kemikleri aranıyor…

Ama biz hâlâ "Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı isyana tahrik" araştırmasındayız. Bu da yetmezmiş gibi, "AK Parti hükümetinin Cumhuriyet mitingleri ile yasadışı düşürülmeye çalışıldığı"nın peşindeyiz.

Benim Başsavcılığın açıklamasından hareketle iddianame hakkında edindiğim izlenim, bu iddianamenin asıl olarak bir "askeri darbe"nin izini sürmek arzusunda olduğudur.

Dikkat ederseniz, "terör eylemleri" olarak adlandırılması gereken geçmişin onca olayı içinde "örgüt" ile ilişkili olarak sadece "Gazi" ve "Sivas" olaylarının adı geçiyor. Yani döndük yirmi yıl öncesine.

Dikkat çekici bir ilişkilendirme de, "örgüt" ile PKK, DHKP-C ve Hizbullah arasında. İddianamede bu örgütlerin "Ergenekon" tarafından kurulduğu iddia ediliyormuş. Önceden de söylemiştim: Hizbullah ve DHKP-C'yi bilmiyorum, ama PKK'nın varlığını henüz silueti bile ortaya çıkmamış "Ergenekon" ile açıklamak ne derece makul bir analizdir. Tamam, PKK'nın pek çok başka örgüt gibi sözü geçen ile de bir biçimde ilişkisi pekâla olabilir. Ama bu örgütün varlığını tamamen "Ergenekon"a borçlu olduğunu ileri sürmek –bana kalırsa- bu dünyada olup bitenden hepten bihaber olmak demektir.

Radikal gazetesinin Başsavcılığın açıklamasına ilişkin haberinde şu bilgiye de yer verilmiş:

"İkinci iddianamede emekli orgeneraller Şener Eruygur ve Hurşit Tolon hükümeti yıkmaya çalışmakla ve örgüt yöneticiliğiyle suçlanıyor."

Yani döndük tekrar aralarında "cumhuriyet mitingleri"nin de yer aldığı bir takım organizasyonların da yardımıyla bir "askeri darbe" yoluyla hükümetin yerinden edilmesi iddia ve suçlamasına.

Şunu da önceden yazmıştım: Bu ülkede, yani Anayasasının geçici 15. Maddesi ile darbecilerin "kalıcı" biçimde korunduğu, bu konuda olayın üzerinden neredeyse yarım asır geçmesine rağmen tek bir şeyin yapılamadığı bir ülkede bu büyük "kronik" sorunun altından bir Ağır Ceza Mahkemesi'nin kalkabileceğini düşünmek ne derece gerçekçidir?

O halde –bana göre- şu aşamada idare ve yargının yapması gereken iş "cumhuriyet mitingleri" ile hükümetin yasa dışı yollardan düşürülmesi, cumhuriyete karşı halkı silahlı isyana tahrik vs gibi fazla büyük işlerle uğraşmak yerine, toplumun önünde apaçık duran terör eylemlerini aydınlatmaktır.

Hem söyler misiniz? "Cumhuriyet mitingleri", içine ne kadar "kötü niyet" karıştırılmış olursa olsun görev başındaki bir hükümeti yasa dışı yollardan nasıl alaşağı edebilir?

Ama bakın, başlarına sıkılan kurşunlarla alaşağı edilenler orada yatıyor. Önce bu cinayet dosyalarının aydınlığa kavuşturulması gerekmez mi? Hem de nasıl. Merak etmeyin, halkın "silahlı isyana tahrik" edilerek Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırması gibi bir ihtimal sıfırdır.
Kürşat Bumin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder