11 Mart 2009 Çarşamba

AKP 40’ın altına iner mi?

Yerel seçimlerin arka planı zaten olayı bir referanduma çevirmişti. Ergenekon davası ile simgelenen bir tarihsel ve ideolojik gerilimin içindeyiz. Son yıllarda sahnelenmeye çalışıldığı anlaşılan darbelerin mantığı da buydu. Darbe seçimin anlamsızlaştığı bir noktayı ima eder... Darbecilerin varsayımı kendi kafalarındaki düzenin normal demokratik yollar içinde gerçekleşmeyeceğidir. Eğer o düzenden radikal bir uzaklaşma ihtimali varsa, bu düzeltmeyi herhangi bir siyasi parti iktidarına bırakmak da riskli hale gelir ve restorasyon için dizginlerin ele alınması şart olur... Türkiye’deki darbelerin tümü bazı toplumsal kesimlerin kışkırtılmasını ve bu sayede askerî vesayet rejiminin yeniden sağlamlaştırılmasını ifade etti. Geçtiğimiz dönemde de niyet buydu. Çünkü artık çok açık bir denklemle karşı karşıyayız: Demokrasi diye bir şey olacaksa, AKP türü bir partinin en azından büyük iktidar ortağı olmasına razı geleceksiniz. Ne var ki bu partinin tabanı son on beş yılın getirdiği büyük bir zihinsel ve sosyal dönüşümü taşımakta ve dolayısıyla da küreselleşmeden, dünyaya entegre olmaktan, AB üyeliğinden yanalar... Söz konusu dünya dinamiği ise demokrasiyi olmazsa olmaz bir koşul haline getiriyor ve böylece AKP türü bir partinin iktidarını epeyce uzun bir süre için garantiliyor. Böyle bir sürenin sonunda gelinecek Türkiye’nin ise, yapılması beklenen reformlar nedeniyle bugünküne pek benzemeyeceğini tahmin etmek zor değil.

O nedenle ulusalcılar/laikçiler koalisyonu için ilk tercih tabii ki darbeydi ama olmayınca bu seçimleri psikolojik açıdan da bir referanduma taşımaktan başka şansları kalmadı. İşin ilginci, Anayasa Mahkemesi’nden dönen ve reformlar açısından paralize olan AKP’nin de iktidar meşruiyetini yeniden sağlamlaştırma açısından bir tür referanduma ihtiyacı var. Nitekim önümüzdeki seçimlerde ülke çapında iddialı olan ve her yerde başa yarışacak olan tek parti AKP. Diğer bir deyişle her belediyede bir AKP’li ile bir başka partili karşı karşıya gelecek. Dolayısıyla alınacak toplam oy bir anlamda iktidarın tescilini ifade edecek.

Bu tablo açığa çıktığından bu yana darbe ile gerçekleştirilemeyenin seçimle elde edilmesine yönelik bir arayış da oluştu. Soru şu: Acaba her seçim bölgesinde AKP karşıtı oylar tek bir adayda birleşebilir mi? Neşe Düzel’in Pazartesi Söyleşisi bu açıdan epeyce iyi bir zamanlamayı ifade ediyor. Muhatabı Adil Gür’ün tahminine göre tam da bu yönde bir dinamik var ve sonucunda da AKP oyları yüzde 40’ın altına inebilir. Gerekçe ise ekonomi... Gür’ün şirketi ‘A ve G’nin yaptığı kamuoyu çalışmalarına göre insanlar yoksulluk ve çaresizliği daha fazla hissediyorlar ve bu da yine onların yaptığı anketlerde parti tercihine yansıyor. Bu tespit bize alt gelir gruplarının AKP’den uzaklaşması gerektiğini söylüyor, çünkü yoksul ve çaresiz olanlar bu kesimde. Ne var ki Gür tam tersini söylemiş... Ona göre AKP yüksek gelirli kişilerin oylarını kaybediyormuş. Hatta genişleyen il sınırları sayesinde iktidar partisinin kırsal oylara dayanarak toplam oyunu koruyacağını belirtmiş.

Demek ki bizdeki yüksek gelirli kesim işleri iyi gitmeyince AKP’den uzaklaşmış... İyi de bunlar zaten pek AKP yanlısı değillerdi ki... Öte yandan bu kesimler aynı zamanda eğitimli olduklarına göre, ekonomik durumdan hareketle böylesine yüzeysel tercihler yapar mı acaba? Bu soru şimdilik bir kenarda kalsın... Gür söyle diyor: “Cumhuriyet boyunca askerî darbeler ve post modern darbeler dışında seçim sonuçlarını belirleyen en önemli şey daima ekonomi oldu.” Peki, bugün durum ne? Anlaşılan Gür’e göre normal bir dönemin içindeyiz. O zaman acaba bu seçim niçin bir referandum haline geldi?

Bu mantıksal tutarsızlık bir yana yine Gür’ün cevaplarından anlıyoruz ki “her iki seçmenden biri ‘bu kriz dışardan kaynaklandı, hükümetin yapabileceği bir şey yok’ demekte”ymiş. Söz konusu cevabı verenlerin AKP dışında bir partiye oy vermeleri için ne neden var dersiniz? Esas mesele ekonomi ise ve hükümet bu konuda yeterli görünüyorsa, oylar rakip partide nasıl toparlanacak? Eğer bu cevabı verenlerin yüzde 80’i AKP’ye verse, zaten genelde yüzde 40’a ulaşılıyor. Öte yandan hükümetin yapabileceklerinin olduğunu söyleyen ve eleştiren AKP’liler de var. Gür’ün bulgusu bu kişilerin sırf bu nedenle başka partiye kayacakları, ama doğrusu ben bunun fazla mekanik bir analiz olduğunu sanıyorum. Hem AKP’yi ekonomi yönetiminde eleştirmenin bir başka partiye kaymak için yeterli olmadığını, hem de ortada koca bir Ergenekon meselesi olduğu için.

Ergenekon’u atlayıp ekonomiden medet umarsanız MHP ile CHP’yi de aynı düzlemde ele alır ve yanılırsınız. Çünkü AKP karşıtlığı bu iki partiyi aynı siyaset stratejisinde buluşturmuyor. Bu iki partinin seçmeni ‘simetrik’ değil... Kısacası AKP karşıtlığı nedeniyle bir CHP’linin MHP’ye oy vermesi tersinin olmasından daha kolay. Çünkü CHP’lilerin büyük yüzdesi dinsel duyarlılığa tepki veriyor ve askerî vesayeti de bu nedenle onaylıyor. Oysa MHP tabanı AKP tabanından çok da farklı değil. Nitekim ‘ulusalcı’ kelimesinin mantığı da bu... Yani ‘dinsel duyarlılığı olmayan bir milliyetçilik’... Dolayısıyla MHP tabanının CHP’yi AKP’ye tercih edeceğini sanmak pek doğru olmayabilir.

Benim tahminim Gür’ün öngörüsünün gerçekleşmeyeceğidir. Bu seçim darbe gölgesinde yapılmak bir yana, ekonomi açısından da genelde daha bilinçli bir seçmen kitlesini muhatap alacak. Eğer son birkaç hafta içinde Erdoğan vahim bir hata yapmazsa ulaşacağı oran yüzde 50’dir...

Etyen Mahçupyan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder