10 Mart 2009 Salı

Yanlışı kabullenmenin huzuru

“Il n’y a pas d’amour heureux” demişti Aragon. Peki, başka alanlara bakacak olursak, neyin “mutlu olan”ını bulabiliriz? Bir “süreklilik” halinde, hiçbir yerde bulamayız. O halde “yok” mu diyeceğiz? Bence bu da fazla olur. Bir kere bir “amaç”, “hedef”, “özlem” olarak hep vardır; ama zaman zaman, daha da gerçekleşmiş gibi görünür, dokunacak gibi olursunuz... Sonra uçar, dağılır. Yeniden ardına düşersiniz.

Böyle bir “giriş”e gerek duymam, kendine acınmaya çok düşkün olan “Türk ruhu”nun bu ezelî eğilimine önceden “dur” demek. Çünkü buradan yakın tarihimizin “mutluluklarla dolu” olmadığı önermesine geçeceğim. Bunun yalnız bize özgü bir şey olmadığını, bir yolun baştan sona “mutlu” olmasının mümkün olmadığını, geçici mutlulukların bedellerinin ağır olabileceğini önceden söylemek istedim.

Bizim “kader”imizin şu “yakın” kısmı, evrensel ideal haline gelen “ulus-devlet”i dağılan imparatorluktan kalan parçalarlar kurma keyfiyeti üzerinde kurulu olmuştur. Tabii bu olay camdan bir kavanoz içinde cereyan etmedi; adına “dünya tarihi” dediğimiz o insafsız, haşin bağlam içinde biçimlendi –kimsenin kimsenin gözünün yaşına bakmadığı, oyunculardan bazılarının istedikleri zaman da hakem olup kural koyduğu veya karar verdiği bir ortamda. Bu ortamda çevremizdekiler dağılan imparatorluğumuzun bir an önce dağılıp bitmesini istiyordu; çünkü bizim gibi bir yapıya, bu yeni dünyanın mantığında yer yoktu.

Çağın ruhunu biz de kaptık. “Madem ki bu bir ‘Darwinian’ varkalma mücadelesidir, biz de öyle yaparız” dedik. Yanlış teşhis, abartma vb. olabilir, ama sorun temelde buydu. 1915’te bu olduğu gibi bugün “Kürt sorunu” bağlamında olan da bu.

Pazar günkü yazımda Türkiye’nin “uluslararası aktör” rolüne hazırlanmasından söz ediyordum.O arada “izolasyonizme her zaman karşı oldum” diye bir cümlecik de kurdum. Öyle, ama, bu ülkenin bunca yıldır bu izolasyonda ısrar etmesinin de nedenleri var.

Siyasî seçkinler bir yanda, fikri sorulmayan kitleler bir yanda, varkalmak için başvurduğumuz çarelerin güzel çareler olmadığının bilincindeydik. Ama “hakem”in tarafsızlığına güvenemediğimiz için (güvenecek neden gerçekten yoktu) “Evet, kötü oldu, olmamalıydı” diye basit bir sorumluluk üstlenme eyleminden bile korktuk. Kirpi denilen hayvanın dikenleri son analizde onun dış dünyadan korkusunun ürünüdür. İnsanlar bedenlerinden diken üretmiyor, üretmeleri de gerekmiyor, çünkü sözgelişi “dikenli tel” üretebiliyor. Biz de bu işlevi yerine getirmek üzere “izolosyonist politika” ürettik, ona sarınıp oturduk. Bunca yıldır böyle oturduğumuz için alıştık da buna. Bugün devam eden kavganın önemli bir kısmı bunun sürdürülmesiyle ilgili, hem genel politik, hem bireysel çerçevede –ama bunu “cuma yazısı”na saklayayım.

Yani, özetle, toparlarsak, durum şöyle: bu izolasyondan çıkma kararı doğru bir karar. Ama o kararı verirken oraya niçin girdiğimizi de doğru dürüst incelemeliyiz.

Burada bir de “değişen dünya” etkeni var. Kendimizi izole etme kararını verirken ve sırtımızı NATO’ya dayayarak bu izolasyonu sürdürürken, bütün bu zaman dilimi içinde, dünyada yalın gücün yalın egemenliği de devam ediyordu. Bugün bu yavaş yavaş değişiyor. Sovyetler Birliği Reagan’ın nükleer şemsiyesinden çok insan hakları fecaatinden yıkıldı. Güney Afrika zenci ayaklanması korkusundan çok dünya vicdanından dışlanmayı kaldıramadığı için rejimini değiştirme kararını verdi. Aynı doğrultuda işlemiş başka örnek-olaylar da gösterilebilir ama uzatmayalım.

Bu değişikliğe inanmayanlar var ve olacaktır. Hızı, etkisi elbet tartışılır. Ama olduğuna sevinmemiz gerekiyor, olmasını istememiz gerekiyor. “Güc”e karşı “değer”le karşı çıkmaya, söz söylemeye imkân verir oluyorsa bu dünya, demek ki bu dünyada daha iyiye doğru bir gidiş var. Nihaî kararları generaller değil de, diyelim Den Haag’daki yargıçlar verecekse (ve generallere bu kararları uygulamak kalacaksa) gerçekten iyi bir dünyaya doğru gidiyoruz demektir.

Burada izolasyondan çıkıp uluslararası aktör olunacaksa, izolasyona girme nedenlerini iptal eden bir büyük karar vermek gerek. “Güç” mantığından çıkıp “değerler” mantığına geçmek için bir “özeleştiri” şart. Bu toplum artık, “her yaptığım doğrudur” tavrının dayanılmaz geriliminden çıkıp “çok kötü işler yapmışız, yapıyoruz” diyebilmenin rahatlığına kavuşmalıdır. “Il n’y a pas nation heureux”.

Murat Belge

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder