11 Mart 2009 Çarşamba

Kendi insanlarını tehdit gören ordular...

Tüm resmî kurumların kendi görev alanları içinde faaliyet gösterdiği demokratik ülkelerde, bizdeki gibi sık sık siyasi kargaşa ortamının yarattığı istikrarsızlıklar yaşanmaz. Nitekim, kısa bir süreliğine de olsa Türkiye’de ekonomide olumlu gidişatı beraberinde getiren siyasi istikrarı yakaladığımız yıllar, elle tutulur askerî ve siyasi reformları yaptığımız 2003 ve 2004 yılları oldu. Ne zamanki Türkiye 2005 yılı itibariyle demokratik reformları askıya aldı siyasi istikrarsızlık da başgösterdi.

İstikrarsızlıklardan beslenen odaklar, Türkiye’nin AB üyeliği savsaklanınca durumdan vazife çıkartıp, darbeyi çağrıştıran 27 Nisan 2007 tarihli gece yarısı muhtırası yayımlarken Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini önlemek amacıyla yargı darbesine de imza attılar.

Ergenekon soruşturmasıyla ortaya çıkan kimi belgeler, aslında hepimizin birer birey olarak onlarca yıl, canlarımıza kasıt da dahil ne denli büyük bir tehdit altında yaşamakta olduğumuzu ortaya çıkardı. Ergenekon zanlısı emekli Orgeneral Hurşit Tolon’a ait olduğu iddia edilen ses kaydı –ki ses onun hiç endişeniz olmasın- TSK üst düzeyinin, başta siviller olmak üzere kendi toplumunu ne denli aşağıladığını ve çok gariptir ki tehdit gördüğünü gözler önüne serdi.

Ses kaydına göre, Tolon, “Teğmeni götürüp bunlara teslim etmek; teğmenini teslim eden ordu olmaz! Aşiret bile olmaz! Ordu komutanına diyorum ki o paşayı orada tutmak demek ihanet demektir. ... Savcı yazı yazmış, ne savcısı. Sen kimsin lan bana (Genelkurmay’a) yazıyorsun,” diyor. Türkiye’nin sınırlarını koruması için insanlarının canını emanet ettiği bir eski üst düzey komutan, “bunlar” kelimesiyle sivilleri aşağılarken, bir savcı için “lan” ifadesini kullanma cesaretini gösterebiliyor. Bu ifadelerden belki daha iyi anlarsınız, Ege Ordu Komutanlığı yapmış Tolon gibi üst düzey komutanlar yüzünden, Türk halkının, Yunanistan gibi ilişkilerin fırsata dönüştürülebileceği komşularını hep tehdit olarak görmeye niye koşullandırıldıklarını.

Keza, ekibiyle birlikte üslubu kendi halkına tehdit oluşturan emekli Orgeneral Çevik Bir’in, Taraf’ta yer alan 28 Şubat çerçevesinde işlediği suçlar da geç de olsa belgeleriyle ortaya çıktı.

Sınırlarımızı olası dış tehditlere karşı korusunlar diye yaşam standardımızın çoğu zaman çok düşük seviyelerde seyretmesine razı olup, vergilerimizden onlarca para aktardığımız TSK’nın, asli görevine dönüp, demokratik kurallara uygun hareket etmesi yalnızca kendisi için değil Türkiye’nin aydınlık geleceği için de yaşamsal hale geldi.

Siyasi otoritelerin öncülük yapıp, demokratik –ki şu sıralar ekonomik reformlar hayati öncelikli- açılımları yeniden başlatmasıyla ancak bu aydınlık gelecek ufukları açılabilir. Yoksa halimiz gerçekten harap.

***

Nihayet sivil güvenlik uzmanları yetiştirilecek...

Çok anormal bir durum ama gerçek. Türkiye’de Bilkent hariç üniversitelerde güvenlik çalışmaları müfredatta yer almıyor. Hani hep yakınırız ya, “güvenlik konularında sivil uzmanlar olmadığı için tehdit değerlendirmeleri gibi ulusal güvenlik politikaları ve askerî alımlar gibi aslında seçimle işbaşına gelmiş siyasi otoritelerin ve parlamentoların şekillendirmesi gereken konular askerin tekelinde,” diye. Aslında güvenlik alanında sivil uzmanların yetiştirilmemiş olmasının temelinde, “korku ve sindirme” yatmıştır hep.

Türkiye’nin bir dizi askerî reformları gerçekleştirmesi ve AB ile üyelik müzakerelerine başlamasına paralel olarak, şimdi faaliyetleri sona eren Ankara’daki Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM) ile merkezi Hollanda’daki Avrupa Güvenlik Çalışmaları Merkezi CESS, silahlı kuvvetlerin demokrasilerde olduğu gibi demokratik gözetiminin sağlanması amacıyla ortak bir çalışma başlatmıştı. Ancak bu çalışma, bizde askerlerin sert tepkisi üzerine 2004 yılında sonlandırılmıştı.

CESS’in bu kez Bilkent Üniversitesi’yle birlikte, asker-sivil ilişkilerinin normalleştirilmesi sorununun sivil ayağına ağırlık verdiği bir çalışma başlattığını öğrendik. CESS ve Bilkent, Türkiye’de Uluslararası İlişkiler ve Sosyoloji bölümleri olan 16 üniversite temsilcisinin katılımıyla geçen yıl aralık ayında Ankara’da bir çalıştay düzenlemiş. Çalıştayın amacı, söz konusu üniversitelerde güvenlik çalışmaları bölümlerinin açılmasını sağlayacak müfredat hazırlanması. Bu müfredata şekil vermek üzere bu yaz Ankara’da bir yaz okulu da faaliyete geçecek. Kütüphanelerinde çok anormal bir biçimde ulusal güvenlik ve askerî konularda doğru dürüst bir yayına yer vermeyen bu üniversitelerde –buna ODTÜ ve Bilkent de dahil-, güvenlik çalışmaları alanında öğrenci ve öğretim üyesi yetiştirilmesi için başlatılan bu girişim, ileride siyasi sınıfın tehdit değerlendirmelerini, asker-sivil tüm ilgili kurumların katkısını alarak ama kendi inisiyatifinde yapacağı demokratik bir sürecin önünü açacak nitelikte.

Bilkent-CESS çalışmasına paralel bir süreç de Brüksel’de başlatılıyor. 2 ve 3 nisan tarihleri arasında Brüksel’de, AB’ye aday ülkeler Türkiye, Hırvatistan ve Makedonya ile birlik üyesi ülkelerin temsilcilerinin katılacağı toplantıda, asker-sivil ilişkilerinin demokrasilerde nasıl işlediği konuşulacak.

En önemlisi de Türkiye gibi aday ülkelere, AB üyesi olma şartlarından birinin, askerin demokratik gözetiminin sağlanmış olması anlatılıp, hatırlatılacak.

Lale Sarıibrahimoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder