8 Mart 2009 Pazar

Kim kimden neyi esirgiyor?

Son 'Beyin Fırtınası' programında (atv), dün, söz Türkiye'de muhafazakârlığın yükselişine ve bunu simgeleyen yedi yıllık Ak Parti iktidarına rağmen muhafazakârların toplumun değişik alanlarında hâlâ görünürlük kazanmamasına gelince, Hasan Bülent Kahraman şu noktaya dikkatimi çekti: “Toplumun genelinde herhangi bir sorun yok, orada geçişlilik bütün boyutlarıyla yaşanıyor; sorun yukarılarda...”

Benim de söylemeye çalıştığım bu zaten...

Televizyonda bizi izlemeyenler önceki akşam verilen bir davetten görüntüleri başka kanallarda bolca seyrettiler. Ülkemizin en büyük holdinginin bânisinin vefatı yıldönümü vesilesiyle verilen bir davetti ve salona girer-çıkarken görüntülenen genç-yaşlı çiftler arasında 'muhafazakâr işadamı' olarak bilinen ya da o görüntüyü veren tek bir kişi bulunmuyordu...

Öyleleri davetli olduğu halde katılma ihtiyacı da duymamış olabilirler elbette; ancak büyük bir ihtimalle o törene davet edilmediklerini düşünüyorum.

Sadece iş hayatına ait değil bu gözlemim, hayatın hemen her alanında aynı durumla karşı karşıyayız. Bazısı çatı kuruluşunca düzenlenen, bazısı da -gariptir- Ak Partili belediyelerin sponsorluğunda yapılan değişik gecelere, davetlere sırf gözlem yapabilmek amacıyla katılıyorum; oralarda da gördüğüm tipler bundan sekiz-on yıl önce benzer etkinliklerde gördüklerimden pek farklı değil. Sanat, edebiyat, TV dünyası, sinema fark etmiyor, hemen her ilgi alanı içinde 'muhafazakâr' diye tanımlanabilecek kişiler hiç de az değil; ancak onları da kapsayacak bir anlayışla düzenlenen sosyal etkinliklere ben pek rastlayamıyorum.

Bu konular üzerinde düşünüp yazan biri Hasan Bülent Kahraman; tespitimi doğru buluyor ve bunu sınıfsal kaygılara bağlıyor. Kapıların 'yeni zenginlere' (buna ben 'yeni sinemacıları', ve 'yeni edebiyatçıları' de ekliyorum) açılmasının kendilerini yerlerinden edebileceği kaygısı 'eski zenginleri' bir tedbir olarak tavır almaya sevk ediyor...

Sıradan insanlar arasında parti veya eğilim farklarına göre bir ayrımcılık söz konusu değilken, iş dünyasından kendisi veya eşi başörtülü biri, ya da sanatçı, sinemacı, yazar gibiler önlerinde kocaman bir duvar buluyorlar...

Program ortağım haklı galiba: Medyada bazılarına dönük eleştirilerimden sonra ülkemizin en büyük medya patronunu 'fasıl' gibi ayrımcılığı ortadan kaldıran bir etkinlikte ağırlamam, eleştirdiklerim tarafından “Onlar gitsin, ben geleyim” biçiminde yorumlanmadı mı?

Aklımın almadığı bir yön yine de var: Ülkemizin en büyük iki holdinginin mütevazı çıkışını gerçekleştiren ilk kuşak biliniyor. Vehbi Koç ile Hacı Ömer Sabancı... Vehbi Bey hayata bakkal olarak atılmıştı; Hacı Ömer Bey ise tekstil alanına girmeden önce hamallık yapıyordu. Her iki kurucunun yanlarında kendileri gibi mütevazı geçmişlere sahip hayat ortakları bulunuyordu. İş dünyasından diğer isimlerin durumunun da fazla farklı olmadığını biliyoruz.

Geçmişte kendi aileleri için söz konusu olmamış bir ayrımcılığı bugün başkalarına kendileri nasıl reva görürler?

Türkiye'nin bugünkü gerçekliği göz kapatılınca ortalıktan yok olacak gibi değil: Ülke yedi yıldır Ak Parti hükümeti tarafından yönetiliyor ve bugünkü tabloya bakıldığında iktidarın kısa vadede el değiştirmesi pek beklenmiyor.

Ak Parti kendi politik çizgisini kimseye zorla benimsetmemeli, eyvallah, ancak ülkeyi uzun yıllar yöneten (ve galiba daha da yönetecek olan) bir siyasi partinin kültür iklimine yakın duran insanların 'eskiler' tarafından dışlanmalarına ne diyeceğiz?

Şu andaki mevcut durumun yanlışlığı önce kabul edilmeli ve telâfisi için ciddi çabalar gösterilmeli. Yoksa şimdilerde 'medya' boyutunda yaşanan çarpıklığın pek çok başka alanda da geçerli olduğu iyice göze batmaya başladığında yanlışlığın telâfisi çok daha zor olabilir.

Fehmi Koru

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder