11 Mart 2009 Çarşamba

Türkiye’nin kimliğinden yüksünenlere...

Güler yüzlü, güzel gözlü iki kadın.

Biri 45 yaşına yeni bastı, diğeri 44’ünde.

Önümüzdeki ay buluşacaklar.

Çaylarını yudumlarken eşlerinden, çocuklarından, sorumluluklarından konuşacaklar muhtemelen.

Daha genç ve akça pakça olanı, “Eşinizin görevi nedeniyle, mesleğinize ara vermek zor olmadı mı” diye soracak belki.

Daha ince, daha uzun, daha esmer olanı benzer bir soruyla karşılık veremeyecek.

Diplomatların kendisi için hazırladığı Türkiye dosyasını hatmetmiş olacak zira.

Ev sahibesinin, bundan 11 yıl önce üniversiteyi kazandığını ama başörtüsü nedeniyle kaydını yaptıramadığını bilecek.

Ve muhtemelen, muadili hakkında edindiği bu bilgi vesilesiyle, kendi ülkesindeki ayrımcılık yasalarının, o henüz dört yaşında bir çocukken iptal edilmiş olmasına bir kez daha şükredecek.

1964’te Chicago’nun, o zamanlar sadece siyahların yaşadığı güney mahallelerinde dünyaya gelen siyahi bir kız çocuğunun Princeton’da sosyoloji okuyup ardından Harvard’dan Hukuk Doktoru olarak diploma almasının, eğitimde ırka dayalı ayrımcılığın 1968’de resmen noktalanmasıyla mümkün olduğunu bir kez daha düşünecek.

Ve herhalde, hayata gözlerini 1965’te İstanbul’da açan ev sahibesinin yüksek öğrenim hakkını engelleyen ayrımcı uygulamanın tez zamanda sona ermesini dileyecek içinden...

* * *

Hayrünnisa Gül ile Michelle Obama, nisan başında buluştuklarında ne konuşacaklar bilmiyorum.

Ama Michelle Obama’nın Türkiye’ye gelirken okuyacağı dosyada, İslam âleminin demokrasiye en yakın ve kâğıt üstünde en laik, gerçek anlamda laiklikten ise alabildiğine uzak bu güzel ülkesinde, başörtülü kadınlara yapılan ayrımcılıkla ilgili notların da yer alacağından eminim.

* * *

Başkan Barack Obama’nın okyanus aşırı ilk dış gezisine Ankara-İstanbul duraklarını da katması, yeni Amerikan yönetiminin Türkiye’ye büyük önem atfettiğini yansıtıyor.

Bu önem, her şeyden önce Türkiye’nin kimliğinden kaynaklı...

Türkiye’nin “kimliğini” Washington nezdinde anlamlı, önemli ve diğer birçok ülkeninkinden büsbütün farklı kılan da, hiç kuşkusuz, ülkemizin hem Müslüman hem de, bu açıdan özürlü bile olsa demokratik, tırnak içinde bile kalsa “laik,” ve tabii, Batı müttefiki olmasıdır.

Bu dört bileşeni kimliğinde buluşturması, Türkiye’nin 11 Eylül sonrası dünyada, Batı ve özelde ABD için ağırlığını da belirliyor.

Türkiye, Soğuk Savaş yıllarındakinden farklı olarak, artık salt “nerede” olduğu ile yani jeostratejik konumuyla değil, “kim” olduğu ile de öne çıkıyor.

Velhasıl, sonradan ağzının yanmasını istemeyen herkese, son bir hafta içinde başta Dışişleri Bakanı Hillary Clinton olmak üzere ABD’li yetkililerden gelen mesajları kendi meşreplerine göre yorumlayanların yazdığı, “Yaşasın, ‘ılımlı İslam’ yaklaşımı terk edildi,” ya da “Artık Türkiye’ye İslam âleminin parçası gözüyle bakmıyorlar” gibi cümleleri üfleyerek okumayı öneririm.

Hükümeti eleştirenler, AKP’yi sevmeyenler “ılımlı İslam” kelimelerine öteden beri alerji duyuyor...

Washington nicedir bu alerjinin farkında ve ABD’li yetkililer de zaten, epeyce bir zamandır, Hillary Clinton’ın burada yaptığını yapıyor, “Türkiye’yi ‘ılımlı İslam ülkesi’ olarak tanımlayacak mısınız” türü sorulara, “Hayır, ne münasebet” cevabını veriyorlar.

Ama Türkiye’nin kimliğinin en önemli bileşenlerinden biri olan Müslümanlığın vurgulanmasından şu ya da bu nedenle yüksünenlerin aceleci yorumları sizi yanıltmasın.

“Ilımlı Müslüman” deyiminin kullanılmamasına, bu deyimin Türkiye’deki bazı kesimlerde yarattığı komplekse gösterilen hassasiyetten öte bir anlam yüklemeyin.

Zira Türkiye’nin “Müslümanlığı” Obama yönetimi için, Bush yönetimi için olduğundan da önemli bir kimlik bileşeni...

Aynı şekilde, Müslümanlığın Türkiye’de “ılımlı” bir varoluş biçimi olması, başka deyişle, bu ülkede Müslümanlığın, “demokratik, laik, Batı yanlısı” bir rejimle uyumlu bir şekilde, din temelli radikal savrulmalara kapılmadan yaşanması da, Obama yönetimi nezdinde çok ama çok önemli.

Ve şundan emin olabilirsiniz ki, bu “ılımlı Müslüman” kimlik, Obama’nın Türkiye’ye gelme kararında belirleyici rol oynadı.

* * *

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dün Tahran’a giderken söylediği “Obama’nın İslam âlemine Türkiye’den seslenip seslenmeyeceği kendisinin bileceği iş. Ama Obama’nın Ankara’ya gelmesi başlı başına mesajdır” sözleri yerden göğe haklı.

Obama, Türkiye’yi ilk kapsamlı dış gezisine katmakla İslam âlemine bir mesaj veriyor...

Üstelik Türkiye öyle bir ülke ki, kendi kimliğiyle, İslam âlemine bu ziyaret üzerinden giden mesajın içeriğini de genişletiyor.

Obama, Türkiye’ye gelmekle, “İslam âlemine düşman değil dostuz” demenin ötesine geçiyor; aynı zamanda, “Demokratik, laik ve Batı’yla müttefik olmak, İslam’la bağdaşmayan bir şey değil” de demiş, yani bir bakıma “ılımlı İslam”a selam da vermiş oluyor.

Geriye, Obama yönetiminin, nüfusunun yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede, inancı nedeniyle başını örten kadınların gördüğü ayrımcılık konusunda ne diyeceği kalıyor.

Onun ipuçları da Michelle ve Barack Obama'nın hayat hikâyelerinde saklı...

Yasemin Çongar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder