8 Mart 2009 Pazar

Somut durumun somut analizi

Yaklaşan yerel seçimlerin niçin referandum anlamı taşıdığını idrak etmekte zorlananlar çok... Bazıları muhtemelen bu yaklaşımı AKP iktidarını pekiştirme yönünde bir tür zorlama olarak görüyorlar. Ergenekon üzerinden yaşanmakta olan kırılmanın bu seçimlerde sahada sınanacağını ve hükümetin de durumdan yararlanmak üzere topyekûn bir strateji izlediği değerlendirmesi yapıyorlar. Kim bilir belki benim gibi yazarların da bilerek veya bilmeyerek AKP yandaşı konumuna düştüğümüzü düşünüyorlar...

Ama bir de ‘somut durumun somut analizi’ var... Solcuların bir dönem sıkça kullandıkları bu söz, yapılacak önermenin ‘bilimselliğinin’ kanıtı gibi algılanırdı. Bir köşe yazısının bilimsellik iddiası sınırlı olsa da, gerçekten ‘somut durum’ önemli... Diğer bir deyişle önümüzdeki dönemde Türkiye’nin kendi toplumsal ivmesiyle hangi yöne meylettiğini anlamak, son yirmi yılın somut değişimine de daha yakından bakmayı gerektiriyor. Ancak o zaman yaklaşan seçimlerin gizli anlamını deşifre etmek mümkün.

Son yirmi yılda muhafazakâr kesimde bir zihni sekülerleşmenin adım adım ortaya çıkmasına tanık olduk. Kendisini ‘dindar’ olarak tanımlayanların oranının arttığı, buna karşılık dindarlığın içerik değiştirip gündelik hayata adapte olduğu bu süreç halen etkisini sürdürmekte. Söz konusu zihnî açılım aynı zamanda küreselleşen dünyada yeni bir kent tasavvuru da üretti. İstanbul ve Ankara’ya muhtaç olmayan bir Anadolu yarattı. Giderek yabancı dil bilen, yöneticiliğin eğitimini almış genç bir kuşağın öncülüğünde kendine has bir yeni burjuvazi ortaya çıktı.

Bu değişimin laik kesimde de yansıması oldu... Laik ve dindar şeklinde kaba bölünme kentli hayat tarzı içinde muğlaklaştı. Farklı kesimlerden gelen aileler çocuklarını aynı okullara göndermeye, benzer tatiller yapmaya, aynı mobilyaları beğenmeye başladılar. Böylece cemaatsel ayrışmanın üzerini örten yeni bir orta sınıf doğdu.

Ne var ki birçok saha çalışmasından elde edilen gözlem ve tespitlere dayanan bu değerlendirme yine de yeterince ‘somut’ değil. Sanki elimizde birtakım rakamlar olsa, Türkiye’deki değişimi daha iyi anlayabileceğiz... Neyse ki elimizde böyle rakamlar var. Gazetemizin yazarlarından Erol Katırcıoğlu’nun bir süre önce derlediği bazı basit istatistikler içinde olduğumuz değişim dinamiğini gözler önüne seriyor.

Katırcıoğlu 1985, 1993, 2001 ve 2004 yıllarına ait verileri biraraya getirmiş. En çarpıcı olan, Türkiye’yi ‘merkez’ ve ‘çevre’ olarak hayali iki bölgeye ayırdığımızda yaratılan katma değerin seyri. 1985 yılında merkezin katma değerdeki payı yüzde 66 imiş. Bu oran sürekli düşüş halinde ve 2004’e gelindiğinde yüzde 49. Çevrenin payı ise aynı sürede 34’den 51’e çıkmış. Diğer bir deyişle 2004 yılında bu ülkenin tarihinde ilk kez çevrenin katma değerdeki payı merkezinkini aşmış...

İkinci önemli gösterge istihdam... Yine aynı yıllara ait istatistikleri ele aldığımızda merkezin sağladığı istihdam oranının yüzde 52 ile başlayıp düz bir çizgi halinde 33’e indiği, çevrenin katkısının ise yine düz bir çizgi olarak 48’den 67’ye çıktığı görülüyor. Kesişme noktası ise 1987 yılı... Yani o tarihten bu yana çevrenin yarattığı istihdam merkezinkini aşmakla kalmayıp, bugün iki misline varıyor.

Katırcıoğlu 2000-2006 dönemi için sanayide kullanılan elektrikteki ve banka kredilerindeki artış oranlarına da bakmış. Genelde ‘azgelişmiş’ olarak adlandırılan ‘Orta’, ‘Ortadoğu’ ve ‘Güneydoğu’ Anadolu’daki şirketlerin elektrik kullanımındaki yükselme Ege, Doğu Marmara ve Akdeniz’dekinden fazla. Banka kredileri ise daha da çarpıcı... Kredilerdeki yüzdesel artışın en yüksek olduğu bölgeler Güneydoğu ve Ortadoğu Anadolu. Orta Anadolu da ülke ortalamasının epeyce üzerinde...

Bu veriler zihniyet düzleminde gözlemlenen değişimin en azından ekonomi dünyasında bir karşılığının olduğunu gösteriyor. Ülkedeki iktisadi aktörleri coğrafi bazda ‘merkez’ ve ‘çevre’ olarak ikiye böldüğümüzde, merkezin ekonomiyi sürükleyici gücünün son yirmi yılda hızla azaldığını ve bunun geriye dönüş emaresi vermeyen bir süreç olduğunu anlıyoruz. AKP bu değişimin sonucu ve taşıyıcısı olarak ortaya çıktı. Bugün Doğan Grubu ile hükümet arasındaki çekişmenin arka planında kaybeden merkez aktörlerinin umutsuzca direnmesi var. Aynı nedenler, merkezdeki ‘laik’ çevrelerin niçin Ergenekon davasına destek vermekte isteksiz olduklarına da ışık tutuyor. Çünkü bu davanın gidişatı demokrasi dışı bir alternatifi ortadan kaldırdığı ölçüde, çevre aktörlerinin siyasetteki hâkimiyetini tescil edecek.

Seçimlere bu atmosfer içinde gidiyoruz. Merkez umutsuz... Güç ellerinden kayıp gidiyor. AKP’ye anlamlı bir alternatif üretmekte acizler, çünkü kendileri de ekonomi kulvarında teslim bayrağını çekmek üzereler. Çevre ise bu seçimlerle birlikte Türkiye’ye damgasını vuracağı bir dönemin açılacağını umuyor. Böylece bir ‘referandumun’ eşiğine geliyoruz. Sonuç ise beklendiği gibi olacak... Yirmi yıldır yaşanmakta olan toplumsal dinamiğin, demokratik mekanizma sayesinde yeni bir meşruiyet kazanmasına tanık olacağız.

Etyen Mahçupyan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder