8 Temmuz 2009 Çarşamba

AHMET KEKEÇ

Ahmet Kekeç kime çaktı?

Bu işlere meraklı arkadaşlar ve internet siteleri var. Kim kime çaktı, kim kimin belinden su aldı, kim kime ‘örtülü cümlelerle’ laf gönderdi, filan...

Bu işlere meraklı bir okuyucu kitlesi her zaman mevcuttur.

Bizim Hadi Özışık’ın ‘gazeteciler.com’ sitesinden ve orada yayımlanan bazı ‘çaktı’ haberlerinden sözediyorum.

Bir ihtiyaca cevap veriyorlar, önemli bir boşluğu dolduruyorlar, kimseleri üzmüyorlar, hakkaniyetli davranmaya özen gösteriyorlar, severek izliyoruz da, acaba her şey ‘çaktı’dan mı ibarettir?

Birilerine çakan yahut çakar görünen kalem sahiplerinin esasında tartıştıkları bir ‘konu’, üzerinde odaklandıkları bir ‘mesele’ yok mu?

Keşke buna ilişkin değerlendirmeler ve (varsa) itirazlar da yer alsa adı geçen mecrada... Daha şahane olacak. Daha cillop olacak.

Hayır, bugün kimseye çakmayacağım.

Şu yarım kalmış mevzuyu tamamlamak istiyorum... Hani adı geçen internet sitesinin ‘Ahmet Kekeç’ten Arzuhan Yalçındağ Doğan’a fena ayar’ başlığıyla haberleştirdiği yazı...

Kendi kendine gelin güvey kuruluş TÜSİAD’ın demokrasiden hazzetmediğini, rekabetten korktuğunu, üretime dayalı bir büyümeden kaçtığını, bu nedenle sık sık Ankara bürokratlarıyla ‘uygunsuz vaziyette basıldığını’ yazmıştım.

Engin Ardıç, konuyu kendi lisanınca özetledi.

İhsan Dağı da, ‘darbesever sermaye’nin hangi kuvözde büyütüldüğünü yazdı.

Ben de kendimce bir özetleme yapayım.

Mesele şudur:

Batı, bilindiği üzere, feodal düzenden ‘sınıflı toplum’a geçmiş, sanayileşmesini tamamlamış, sermaye birikimini oluşturmuş, refahı ufaktan ufağa tabana yaymaya başlamış... Bunu da, burjuvazinin (kentli ve yeni orta sınıfın) öncülüğünde, henüz sınıf özelliği göstermeyen orta tabakayı semirtip güçlendirerek yapmış...

Bunu yaparken sermayeyi ‘renklere’ bölmemiş, ‘tehdit’ değerlendirmelerine konu etmemiş, devlet eliyle zengin yetiştirme kolaycılığına kaçmamış.

Bizde durum, takdir edersiniz ki, böyle değildir...

Bizde, sınıf özelliği gösteren bir burjuvazi yoktu. Olması gerekir miydi? Bu, bahs-i diğer.

Devlet kendi zenginini (burjuvazisini) üretmeye yeltendi ama bunun kültürünü üretemedi. Ne merkezî otoriteden bağımsız bir ‘sermaye sınıfı’ oluşturabildi (oluşabilmesinin reel zeminini hazırlayabildi), ne de refahı tabana yayabildi.

Hasbelkader ortaya çıkmış ‘ticaret burjuvazisi’ de hem ‘sınıf’ özelliği göstermiyordu, hem de ideolojik olarak merkeze bağımlıydı.

Daha sonra (1950’lerden itibaren), ‘tarım nüfusunun azaltılması politikası’yla birlikte, kırsaldan kente büyük göçler oldu ve hasbelkader oluşmuş sermaye, ‘doğal rotasyon’ gereği, el değiştirmeye başladı.

Sorun belki de şu:

Ticaret burjuvazisi artık ‘muhafazakár özellikler’ gösteriyor ve ideolojik olarak devlete bağımlı değil. Devletten kaynak kullanmıyor...

Hem dindar, hem liberal... Hem Doğulu, hem Batılı... Hem bu dünyaya dönük, hem öteki dünyaya... (Kalvenizm tartışmalarını hatırlayalım.)

Ne yazık ki süreç böyle işliyor ve ‘sosyoloji’ bilimi ortaya çıkan sonucun, ‘doğal ve olması gereken bir sonuç’ olduğunu söylüyor

Peki, bu bir sorun mudur?

Devlete yaslanarak semiren kesim açısından sorundur.

Çünkü, hem pazar paylarını kaybediyorlar, hem de ‘tahsisat’tan oluyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder