8 Temmuz 2009 Çarşamba

AVNİ ÖZGÜREL

Acınası haller!..

Türkiye pek çok bakımdan önemli bir kavşakta... Askeri-sivil adli yargı meselesi, günün perakende tartışma konusu olan belge bir yana, demokratik rejimin kilit taşı konusu. Aynı şekilde geçtiğimiz günlerde açıklanan büyüme rakamlarının ortaya koyduğu tablo da. Türkiye’nin içinde yaklaşık 50 bin nüfuslu bir İsviçre; yanında nüfusu milyonlarla ifade edilebilecek çok sayıda Bangladeş mevcut.
Hal böyleyken en tirajlı en itibarlı en yüksek reytingli basın yayın organlarını izleyin, en saygın kalemleri okuyun;
büyük çoğunluğuna boşvermişlik duygusunun ya da ‘Vur patlasın çal oynasın’ havasının hâkim olduğunu göreceksiniz.
Ulusal bir televizyon kanalında açıkça çocuk istismarına dayalı bir programın pervasızca yayımlanabiliyor oluşundan başlayıp, büyük bir gazetenin sevilen bir kadın yazarının soyunarak kamera karşısına geçmekte beis görmemesinden çıkabiliriz. Ve bu tabloya gerek stüdyoda gerek gazete köşelerinde alkış tutan ‘kanaat önderi’ simalardan. Bir araştırma şirketinin yaptığı anket gidiş yönünün işaretlerini veriyor aslında. Önemli oranda ebeveyn çocuklarının geleceğini ‘sanat dünyasında’ gördüklerini söylemişler!.. Adi suçlarda artış ne oranda bilmiyorum ama meydana gelen hadiselerde vahşet boyu yükseliyor, yanı sıra suçluların yaş ortalaması ürkütücü şekilde düşüyor...
Çözülme dediğimiz şey tam olarak bu aslında.
Değer atfettiğimiz, anlam yüklediğimiz ne varsa hepsinin içinin boşalıp kabuktan ibaret kalması, koflaşması demek çözülme. İnanç, milliyet, vatan, insan hakları, özgürlük, demokrasi, adalet, ahlak, aile, sevgi, dürüstlük ve daha aklınıza ne gelirse. Her yazıya, her sohbete kattığımız, hepimizin olabildiğince sık kullandığı ama ifade ettikleri manayla günlük hayatın dışında tuttuğumuz sözcükler bunlar..
Riya, fitne, gıybet, haset, tamah, nefret, yalanla çevrilmişlik içinde iltimas, rüşvet, suiistimal, yolsuzluk havasını solumaya alıştık..
‘Mesnevi’de bir hikâye var... Adamın biri kolonyacılar çarşısından geçerken düşmüş bayılmış. Esnaf ayıltmak için burnuna kolonya, güzel kokular tuttukça daha kötü olurmuş. Orada geçen bir derviş durumu görüp gelmiş. Etraftakilere ‘Ne iş yapar bu, tanıyan var mı’ diye sorup ‘ Falancanın çiftliğinde hayvan bakıcısı’ cevabını alınca çökmüş yanına.. ‘ Bana biraz at pisliği getirin’ demiş... Sebebini anlamamışlar ama çaresizlikten koşmuş getirmişler. Derviş pisliği burnuna tutmuş adamın... Bir iki nefes derken gözü açılmış adamın. Etrafta kendisini merakla izleyenlere dönmüş derviş. ‘Şaşılacak bir şey yok. Pislik kokusuna alışmış bu...
Güzel koku dokunur’ demiş..
Nereye götürür bu alışkanlık dersiniz?
Asker, sivil, hukukçu, tüccar, memur, müstahdem, köylü, kentli fark etmiyor.
Umumi arzu kısa yoldan emeksiz servet sahibi olmak. Diller aksini söylese de, makam ve mevki sunduğu
maddi imkân ve ayrıcalık oranında itibar görüyor. Aynı şekilde çıplak gerçek tek ve mutlak olmayıp, şahıslara, mensubiyetlere ve maddi güce bağlı olarak muhayyer (=seçmeli). Bundan dolayı adalet derken her durumda kişisel arzunun yerine getirilmesi kastediliyor; demokrasi derken tek bir kişi ya da zümrenin hırs tasdiki anlaşılıyor.
Mevcut tabloya bakıp buranın yüz bin camisinde her gün beş vakit ‘Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim’ diyen peygamberin tebliğine uyduğunu söyleyen; günahtan ve haramdan sakınma taahhüdüyle secdeye varan insanların yaşadığı yer olduğuna inanmak zor. Yazının başlığına ‘Acınası Haller’ yazdım ama siz kara mizah diye okuyun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder