10 Temmuz 2009 Cuma

AKİF BEKİ

Obama'nın 'Kartal Gözü'

Her insanın ölümü, kendi kıyametiyse...
Urumçi’de yüzlerce kıyamet kopuyor.
Afganistan’da her gün bir o kadar küçük kıyamet...
Başkalarına en çok yakıştırdığımız şeydir, ölüm.
Bizim başımıza hiç gelmeyecekmiş gibi izliyoruz.
Şu kadar 100 kişi.... Uygur Türk’ü cinsinden ya da Afgan Taliban’ı...Yahut Irak’lı direnişçi...Veyahut Filistin’li çocuk...
Ölüme bile yabancılaştıran o rakamların acımasızlığına, dün bir kez daha isyan ettim.
Melekler, şeytanlara güç yetiremez olmuşsa, ‘büyük kıyamet’ yaklaşıyor, demektir.
***
Urumçi’den gelen görüntülerle, Afganistan’da vurulan konvoyun görüntülerini zihnimde yan yana koyup, baktım.
Ortaya çıkan resim, Amerika’nın aslında çabucak eskimeye yüz tutmuş ‘yeni dünya düzeni’nin ta kendisiydi.
Soğuk Savaş sonrası dünya, düzen tutmuyor işte.
Bana öyle geliyor ki Washington, uzun zamandan beridir şiddetli bir ihtiyaç içinde.
Muhtaç olduğu şey, değerleri ile çıkarları arasında bir çatışma baş gösterdiğinde, doğru tarafı seçebilme kabiliyetidir.
Dün ABD için, ‘gönülsüz lider’ demiştim.
Eksik bırakmışım... Aynı zamanda ‘mümeyyiz’ değil.
Yani, doğru ile yanlışı ayırdetme vasfından yoksun.
Steven Spielberg’in de aralarında bulunduğu yapımcılar, bu eksikliği görmüş olmalı ki, geçen yıl ‘Eagle Eye’ diye bir film yaptılar.
Hollywood sinemasının, bana göre, geçen sezon çıkardığı en iyi işlerden biriydi.
***
‘Kartal Göz’, Pentagon’da geliştirilen bir ‘süper yapay zekâ’ programının öyküsü.
Anayasal ilkelerden saparak Amerikan halkını tehlikeye atan, velev ki başkan ve kabinesi de olsa...
Bertaraf etmek üzere programlanmış.
Tehlike anında gizli protokolü kendiliğinden devreye sokan ‘Azrail mukallidi bir koruyucu melek’ makinesi....
Başkan, aranan Afgan’lı bir teröristin vurulmasını emrediyor;
‘Kartal Göz’, uydu görüntülerinden kimliğini konfirme edemediği halde, hem de bir cenaze defni sırasında...
Ve büyük bir kötülüğü başlattığı... Ülkesini, adaletsiz kararlarıyla nefret ve şiddet eylemlerinin hedefi haline getirdiği için...
Artık ‘Kartal Göz’ün gizli hedefi, kendi patronudur.
Ne de olsa, insani duygulardan mahrum...
Bu yapay şey de, daha büyük bir kötülüğü önlemek için, gözünü kırpmadan masum hayatları feda ediyor.
Kendince haktan ve adalatten yana bir yapay zekâ programı...Ve, en alasından bir komplo...
Kim bilir, belki Amerikan seçmeni de aynı boşluğu gördüğü için Barack Obama’yı başkan seçmiştir.
Ama Obama’da da ‘zoraki lider’ emareleri kendini göstermeye başladı.
Sanırsınız arenaya zorla itildi.
‘Hem ağlar, hem giderim’ havasında.
Hegemonik güç olma iddialarından da vazgeçmiyorlar, risk de almak istemiyorlar.
Dünyaya nizamat vermek öyle kolay olsa, o işi başkasına bırakmaz, bizzat biz yapardık, oysa.
***
Son iki haftadır, Afganistan’da, insansız uçaklar, üç hava saldırısı gerçekleştirdi.
Her birinde 50, 60, 70 ölü...
İlk ikisi, ‘Eagle Eye’ filmindeki o sahnelerden farksızdı.
Arka arkaya cenaze törenlerinde vurdular.
Ama Doğu Türkistan için, daha boş bir balon bile uçurmadılar.
Obama, temel bir tercihle karşı karşıya.
Ya Amerikan dış siyasetinde parametre değişikliğine giderek, ‘gönüllü lider’ olmayı seçecek.
Ya da, ‘değiştiremeyeni değiştirirler’ ilkesi işleyecek.
Yapay veya doğal, bir ‘Kartal Göz’ü zekâ, bu tehlikeyi dünyanın başından savuşturacak.

Geri çektiğim ‘Davutoğlu’ yazısı
Aslında dün, iki parçalı yazmıştım.
Sonradan fikir değiştirip, ikinci yazıyı geri çektim.
Çünkü, ‘Haksızlık mı yapıyorum?’ kuşkusunu, içimden atamadım bir türlü.
Ya da okuyucuya, ‘peşin hükümlü baktığım’ duygusunu vermekten kaçındım.
***
Yazı, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, Urumçi’deki olaylara aşırı ihtiyatla yaklaşmasını eleştiriyordu.
Diyordum ki;
“Daha ilk günden itibaren gözlerim, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu aramaya başladı.
Bekledim durdum, konuşur diye...
Şöyle oturaklı bir beyanat verir...
Hem, bu vahşete karşı nasıl dimdik durduğumuzu cümle aleme gösterir...
Hem de öyle ince bir diplomatik ayar çeker ki, Türkiye’nin yüksek menfaatlerine de halel getirtmez...
‘İşte bu!’ dedirtir, yüreklerimizi ferahlatır, Çin ülkesine de ‘pabucun pahalı’ olduğunu hissettirir...
‘Maharetini mutlaka konuşturur’ diyordum.
Fakat kabul, dengeler hassas...
Belki fazla şey bekledim...”
Ve bitirirken demiştim ki;
“Son umudum şudur:
İhtimal ki Davutoğlu, Başbakan’ın dün yüksek sesle verdiği keskin talimat istikametinde, lafını etmeden iş çıkarmaya çalışıyordur.
‘Sessiz diplomasimiz’, mesela BM Güvenlik Konseyi’nden sadre şifa bir sonuç alırsa, ‘hadi neyse’ diyeceğim.
Görelim, bakalım...”
***
İyiki de o yazıyı geri çekmişim.
Bence doğrusunu yaptım.
Dünyanın yükünü, tek başına Türkiye’nin de, Davutoğlu’nun da omuzlarına yıkmak, hakkaniyete sığmazdı.
Çin, bir ülke azmanı... Devasa boyutlarda, kendi başına bir dünya...
Başka devletlerin, böyle bir oyuncuyla kafa kafaya gelmekten kaçınmaları, anlaşılabilir.
Diplomasinin imkânları, uluslararası toplumun kurumları, böyle zamanlarda işe yarar.
Ama bu kurumlar, neden hâlâ tavır geliştiremiyor?
Başaramazlarsa, sistem çökecek...

1 yorum: